7 Mart 2021 Pazar

Pozitif Bilimler Yönünden Zülkarneyn Seddi

 

Pozitif Bilimler Yönünden

 ZÜLKARNEYN SEDDİ

MEHMET ALİ NUR


Rahman ve Rahim olan Allah’ın (cc) adıyla

Yoktan var eden, evreni yaratıp genişleten ve yörüngelerle donatan, göğü direksiz olarak yükselten, yedi kat halinde düzenleyen ve korunmuş bir tavan kılan, kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için yararlar bulunan demiri indiren, yeri yaran, yayıp döşeyen, orada sabit dağlar ve nehirler meydana getiren, sonra insanı yaratan, bakireyi, kısırı ve yaşlı kadını evlat sahibi eden, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkaran, yarattığı her şeyi insanlığın hizmetine sunan ve bunlar gibi nice mucizeye şahit olmayı bize nasip eden, yeryüzünü O Mübarek Peygamberiyle (sav) onurlandıran ve bizleri son ilahi kaynak olan Kur’an-ı Kerim’le muhatap eden, iki doğu ve iki batının, doğuların ve batıların Rabbi Şanı Büyük Yüce Allah’a (cc) hamd, Peygamberi ve Nebisi ve insanlığın yüz akı, güzel ahlakın temsilcisi Hz Muhammed Mustafa’ya (sav), âline ve ashabına salât ve selam olsun.

 

Çağ bilim çağı, çağ ilim, irfan ve teknoloji çağı, çağ bütün insanların doğru bildiklerini yeniden gözden geçirme, inandıklarını tekrar analiz etme ve değerlendirme, hakikatleri görme, inanma, yaşama ve yaşama geçirme çağı ve çağ aslında her bireyin inançlarıyla ve dinleriyle yüzleşme çağıdır. İnsanlar yaratıldığı günden beri, bu hakikatleri, kendini, çevresini, evreni, evrende olup bitenleri anlama, sırlarını çözme gayreti veya çabası içerisindedirler. Bu gayret ve çabalarının sistemli bir şekilde yürütülmesi ise bilimin doğuşuna neden olmuştur.

Bilim, önyargısız, tutarlı, rasyonel ölçülerde en güzeli, en doğruyu ve en mükemmeli arama ve bulma, anlama ve doğrulamanın bir metodu, dünyayı, evreni, yaratılışı ve dolayısıyla yaratıcıyı tanıma ve idrak etmenin en önemli yollarından birisidir. Bu nedenle bilimin gerçek ilahi irade, gerçek din ve o dinin hakikatleriyle çatışması veya zıt düşmesi mümkün değildir. Bu yönüyle bilim bir bakıma insanlara, kendilerini, yaşamlarını, doğru bildiklerini ve inançlarını tekrar gözden geçirme ve değerlendirme fırsatını da sunmaktadır.

Kur’an-ı Kerim, dünya ve ahiret saadetini getiren, itikat, amel ve ahlak esaslarını ortaya koyan, bilimsel muhtevasıyla da astronomiden tıbba, arkeolojiden fiziğe, tarihten biyolojiye kadar birçok ilmi sahaya ilahi bir maneviyat kazandırarak, ortaya koyduğu akli delillerle bizzat gaybı idrak ettiren ulvi bir kitap ve beşeriyete bahşedilmiş ebedi bir mucizedir.

Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.” (7/Araf/52)

Artık akıl rehber, tarih şahit, bilim bu asırda en iyi müfessir, belki son vasıta ve belki de insanlık için son fırsat ve yapacağı tefsirin inkârı ise en büyük cehalettir. Ki asrımızda meydana gelen bilimsel gelişmeler de Kur’an-ı Kerim hakikatlerini bütün boyutlarıyla gözler önüne sergilemektedir. Ve özellikle yakın dönemde kabul edilen veya ispatlanan bilimsel keşiflerin, bu ilahi kaynakla buluşması ve bu ilahi kaynakta kemal bulması, insanların ve bilim dünyasının yine Kur’an-ı Kerim’e yönelmesine neden olmaktadır. Hem de Cenâb-ı Hakk’ın (cc) ”İleride Biz onlara hem ufuklarda, hem kendi nefislerinde delillerimizi öyle göstereceğiz ki, sonunda onun gerçek olduğu kendilerine açıkça belli olacak. Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi?” (41/Fusssilet/53) Ayet-i Kerimesini, ısrarla kanıtlama gayretiyle, asırlardır inanılmayan veya inkâr edilen Kur’an-ı Kerim hakikatlerini, bu gün bilim, tek tek gün yüzüne çıkarıyor ve yine büyük bir gayret ve çaba ile bunları doğrulamaya ve ispatlamaya çalışıyor.

Bütün ibreler Kur’an-ı Kerim’i gösteriyor ve bu bilgi çağında atılan her adım yine O’nu takip ediyor. Bu nedenle bilimsel bir makale veya kitap okuyup da, Kur’an-ı Kerim’den bir sayfa okuduğu hissine kapılmayan veya mütalaa edipte, bu ilahi kitapla bağdaştıramayan bir aklıselim yoktur. Ve gelinen şu noktada denilebilir ki, eğer ahiret ve ahiret hayatı olmasaydı ve asıl gaye dünya olsaydı, yeryüzünde ebedi ve en güçlü medeniyet, bu kitabın hakikatlerini kavrayan ve kabul eden bir toplumun olurdu. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in bilimsel mahiyetinin sadece cüzi bir kısmına vakıf olan toplumlar bile, bugün, medeniyetlerinin en üst seviyelerini yaşamaktadırlar. Bu nedenle, Kur’an-ı Kerim’i hakkıyla okuyan, analiz eden, anlayan, inanan ve inandıklarıyla amel eden bir toplumun yeryüzünde gelmiş geçmiş en muhteşem uygarlığı kuramayacağını düşünmek ne kadar büyük bir cehalet ve cesaretse, şu fani dünyada dahi muazzam bir medeniyeti işaret eden bu kitabın gerçek ilahi kitap olmadığını söylemek de o derece büyük bir cehalet, cesaret ve hatta gaflet olacaktır.

“Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (38/Sad/29)

Kur’an-ı Kerim, düşünülsün, değerlendirilsin, araştırılsın, anlaşılsın, öğüt alınsın ve iman edilsin diye indirilen, her yönüyle düşünceye, akla, ilme ve bilgiye açık ilahi bir kaynaktır.

Ve ”…Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir…….” (12/Yusuf/111)

 

Giriş

 

”Andolsun ki, onların kıssalarında üstün akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir…….” (12/Yusuf/111)

Zülkarneyn kıssası Kur’an-ı Kerim’in hikmetlerle dolu kıssalarından sadece birisidir. Bu kıssada izah edilen olayların düşünce sınırlarını aşan bir niteliğe sahip olması; bu olayların, geçmişten geleceğe izler taşıması; tesirinin ahir zamanda hissedilecek ve bedelinin ve sonuçlarının ise çok dehşetli olması nedeniyle, bu kıssa asırlardır dikkatleri üzerine çeken ve insanları derin düşüncelere sevk eden bir özelliğe sahip olmuştur. Bu nedenle Zülkarneyn kıssasıyla ilgili çok sayıda kitap ve makale yazılmış ve hakkında yüzlerce farklı yorum yapılmıştır.

Bununla birlikte yapılan yorumlarda genellikle Zülkarneyn ismi veya sıfatı,  şahsiyeti veya kimliği üzerinde durularak, Zülkarneyn’e tarih içerisinde bir yer bulmaya çalışılmış ve onun vasıflarına uygun bir şahıs, o şahsa uygun yolculuklar veya bir dünya hâkimi ve nihayet bir set ve Ye’cüc ve Me’cüc tasvirleri yapılmıştır. Fakat maalesef günümüze kadar ne Zülkarneyn’in kimliği, ne inşa ettiği set, ne yolculukları ve nede Ye’cüc ve Me’cüc hakkında kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Ve bu kıssa her okunduğunda, ardından, kiminin imanını perçinlerken, kiminin iman derecesini ölçen, kiminin ise azgınlığını artıran, onlarca veya yüzlerce cevaplanmayı bekleyen soru bırakmış ve halada bırakmaya devam etmektedir.

Hepsi bir yana beklide üzerinde durulması gereken en önemli nokta, bu yorumlarda kullanılan yöntem ve usuldür ki, bunların önemli bir kısmının bilimsel bir dayanağının olmadığı, birçok müfessir ve akademisyen tarafından da açıkça ifade edilmiştir. Ve maalesef, çoğu zaman sınırlar o kadar zorlanmış ve o kadar ileri gidilmiştir ki, kimi zaman akla, mantığa sığmayan yorumlar yapılırken, kimi zaman da İsraliyat kaynaklarının tesiriyle Kuran-ı Kerim’in mizacına aykırı davranışlar sergilenmiştir. Hâlbuki bu tutum ve davranışlar, ”Rabbinin kitabından sana vahy edileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.” (18/Kehf/27) emrine, anlayışına ve üslubuna ne kadar aykırıdır.

Bu kitapta, Zülkarneyn Kıssası’nın daha önce ele alınmayan yönleri ve özellikle inşa edilen setin yapısı, yeri ve özellikleri, farklı bir metot, farklı bir üslup ve bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Fakat unutulmamalıdır ki umman göle sığmaz, akan su ise membaı kadar berrak olamaz ve hiçbir ışıkta güneşi daha parlak gösteremez….

Yapılan bu çalışmanın bütün okuyuculara katkı sağlaması ve faydalı olması dileğiyle……

 

Genel Bilgiler

 

Konuya girmeden önce, bu çalışmada takip edilen yol veya yöntem, kullanılan kaynaklar hakkında kısa bir bilginin sunulması faydalı olacaktır.

Kitap yazılırken, öncelikle tefsir kitapları, yerli ve yabancı mealler, hadis kitapları, ulusal ve uluslar arası dergilerde yayınlanmış, bilimsel araştırma, derleme, tez ve kitaplardan faydalanılmıştır.

Tefsirler ve mealler, alanında uzmanlaşmış rahmet erleri tarafından büyük bir gayret, çaba, fedakârlık ve özveriyle yazılan ve insanlara kendi lisanlarında Kur’an-ı Kerim’i öğrenme veya anlayabilme imkânını sunan eserlerdir. Fakat bu çalışmada dâhil olmak üzere, Kur’an-ı Kerim hakkında yazılmış veya yazılacak olan hiçbir eserin, hiçbir yorum veya değerlendirmenin, bu ilahi kitabın hakikatlerini tam olarak yansıttığını veya tamamen karşıladığını söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’le ilgili yazılmış ve yazılacak olan herhangi bir eser okunurken, bu anlayışla hareket edilmeli ve böylece Hakk’ın (cc) hakkına hiçbir zaman haksızlık edilmemelidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim çağlar üstü bir hitabete sahipken, çağdaş denilen her dönem bir sonra ki dönemin gölgesinde sönük, modern denilen her dönem bir sonra ki dönemde demode kalmaktadır. Bu nedenle eğer Kur’an-ı Kerim doğrudan okunup anlaşılamıyorsa, beşeri zafiyetten doğabilecek herhangi bir olumsuzluğun tesirinde kalmamak için mümkün olduğu kadar fazla eser, tefsir veya meal okunmalıdır. Bu kitap yazılırken de bu metodolojiye uyularak, faklı yorum ve bakış açılarından istifade edebilmek amacıyla, onlarca tefsir ve mealden faydalanılmıştır.

Ayrıca, Zülkarneyn Kıssasıyla ilgili yapılan yorumlarda genellikle Hadis-i Şerif’lere çok fazla yer verilmediği görülmüş, bu nedenle ilgili Hadis-i Şerif’ler de çalışma kapsamına alınmıştır.

Yapılan bu çalışma veya konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve objektif olarak değerlendirilebilmesi için, başlangıçta Zülkarneyn kıssa hakkında kısa bir tefsir özeti sunulmuş, daha sonra kıssada ki belirsizlikler üzerinde durularak, bir sonraki bölümde çalışmanın ana konusu olan Zülkarneyn Seddi’nin özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Bu safhada, yani setin tanımlanması ve özelliklerinin belirlenmesi aşamasında, tesadüfî veya ihtimali bir gidişat, düşünce veya herhangi bir şaibeye mahal bırakmamak için, sadece konuyla ilgili Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerden istifade edilmiş ve elde edilen veriler bilimsel çalışmalar yardımıyla değerlendirilmiştir.

 

Zülkarneyn Kıssası Hakkında Tefsir Özeti

 

Zülkarneyn Kıssası, Kehf Suresin de anlatılan son kıssadır. Bu kıssanın iniş sebepleri ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. Bazılarına göre müşriklerin, bazılarına göre de Yahudi’lerin Hz. Resulullah'a (sav) yönelttikleri bazı sorular üzerine bu Ayet-i Kerime’ler indirilmiştir. 1–10

”Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: Size ondan bir anı okuyacağım.”(18/Kehf/83)

 

Zülkarneyn Kimdir?

Günümüze kadar Zülkarneyn’in kimliği veya kim olduğu konusunda çok farklı yorumlar yapılmış olmasına rağmen, Zülkarneyn’in bir peygamber mi, yoksa bir veli mi ve hatta bir insan mı yoksa bir melek mi olduğu konusunda dahi fikir birliğine varılamamıştır. 1-3,7,11

Zülkarneyn, Arapça bir kelimedir ve “Zü” ve “Karneyn” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. “Zü”, bir şeyin sahibi demektir. “Karneyn” ise tekil olan “Karn” kelimesinin çifti yani iki tanesi anlamındadır. “Karn” sözcüğü boynuz, asır, nesil, yüzyıl 1,4,12 bir zamanda beraber yaşamış olan topluluk manalarına gelebildiği gibi insanın tepesine ve özellikle başının yanlarına, yani şakaklarına (hayvanda boynuzunun yeri) ve erkeklerin perçemine, kadınların zülüflerine, güneşin çemberinin kenarına ve bir toplumun başında olan efendisine de karn denilir. 4 Tefsirlerde “Karn” sözcüğünün özellikle boynuz, nesil, devir, çağ ya da yüzyıl gibi anlamları ön plana çıkarılarak, Zülkarneyn tabiri genellikle “İki Boynuzlu Adam”, “İki Çağın veya Devrin Adamı” anlamlarında kullanılmış ve müfessirler bu tanımlamalardan daha çok ilkine yani “İki Boynuzlu Adama” temayül göstermişlerdir. 12 Bu nedenle, Zülkarneyn, genellikle yeryüzünde hâkimiyet ve saltanat sahibi, güçlü bir kral olarak düşünüldüğü için, Aristo’nun öğrencisi Makedonyalı İskender, 1-8,10,13,14 Himyerli Ebu Kabir Şemmar, 6,7,10 Feridun adındaki İran hükümdarı, 3,5,6 Merzuban b. Merduba el-Yunani, Hermes, Ziyeden el-Himyeri, Yemen krallarından Sa’b b. Rayiş, 2,3,5,6 Fars kralı Melik Kurş, 1,7 Kisra 6,15 olduğu söylenmiş ve daha başka isimler de zikredilmiştir. 1,2,16

 

Zülkarneyn’in Yolculukları

Tefsir bilginlerine göre Zülkarneyn, ilki batıya, ikincisi doğuya, üçüncüsü ise kuzeye olmak üzere üç yolculuk yapmıştır.

“Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulaşabileceği) bir yol verdik.” (18/Kehf/84)

Zülkarneyn, yeryüzünde kudret ve kuvvet sahibi olan, istediği her işi yapabilmesi veya her amacına ulaşabilmesi için açıktan veya gizliden ilim, irfan, âlet, araç ve vasıtalar gibi akla gelebilecek bütün maddî ve manevî imkânla donatılmış, Allah’ın (cc) verdiklerini tereddütsüz yine O’nun yolunda ve O’nun rızası için kullanan salih bir kuldu. 1,3-10,12-15,17-20 Bu imkân ve vasıtalarla,

“O da bir yol tuttu.” (18/Kehf/85)

“Güneş’in battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu……….” (18/Kehf/86)

Zülkarneyn, ilk yolculuğunda batıya doğru giderek, nihayet Güneş’in battığı yere ulaştı 1-10,12-15,18-21 ve güneş’i balçıklı veya kızgın bir pınar içinde batıyor buldu. 1,4,7,10,16 Bu yolculuğun sonunda, Zülkarneyn’in, Tunus, Cezayir veya Fas kıyılarına 14 veya Atlas Okyanusuna, 2,4,9,14,16 bir görüşe göre Kara Denize, 2 bir görüşe göre de Ege Denizi 15 kıyılarına kadar gitmiş olabileceği ifade edilmektedir. Zülkarneyn, burada bir topluma karşılaşır,

“…..Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.” (18/Kehf/86)

“Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.” (18/Kehf/87)

“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (18/Kehf/88)

“Sonra yine bir yol tuttu.” (18/Kehf/89)

“Güneş’in doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (18/Kehf/90)


Zülkarneyn her türlü imkâna sahip olarak yeryüzünün batısına yaptığı seferden dönerek, bu defa yeryüzünün doğusuna doğru yolculuğa çıkıyor. 9 Tefsirlerde, Zülkarneyn’in bu yolculuğunda, Afrika 2-4,9 veya Asya’nın 2,3,5,9,10,18 doğu kıyılarına kadar gitmiş olabileceği belirtilmektedir. Aslında Kur'an-ı Kerim, Zülkarneyn'in vardığı ve güneşin doğuşunu gördüğü bu yeri belirlemiyor, sadece bu yerin özelliğini ve orada karşılaştığı toplumun durumunu anlatıyor. Güneş’in doğduğu yere varınca güneşi, öyle bir toplumun üzerine doğarken buldu ki, onlarla güneş ışıkları arasında hiçbir engel, hiçbir sütre koymamıştık. Yani dümdüz bir araziye ulaşmıştı. 2,4,9,12 Çölleri ve geniş ovaları andıran bu arazide, güneş ışıklarını engelleyecek veya önleyecek bir tepe veya orman gibi bir şey yoktu. 2-4,9,12 Onlar, üzerine bina yapılamayan öyle bir arazide bulunuyorlardı ki, güneşin ışınlarından korunabilmek için yer altındaki mağaralarda, izbelerde barınıp gölgeleniyorlardı 5,7 veya onlar güneş batıncaya kadar suya giren, 2,7,9,10,14 güneş battıktan sonrada geçimlerini temin etmek için tarlalarına çıkan 5,7 veya elbise giymeyen çıplak vaziyette yaşayan ilkel bir kavimdi. 2,7,9,10,14


“İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.” (18/Kehf/91)

“Sonra yine bir yol tuttu.” (18/Kehf/92)

“İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.” (18/Kehf/93)

Zülkarneyn, muhtemelen kuzeye doğru yaptığı bu son yolculuğunda, iki set veya dağ arasına varmış ve burada bir set inşa etmiştir. 1,3-10,12-15,18-21 Fakat Zülkarneyn'in ne "iki set" arasında vardığı yer hakkında ve ne de bu iki setin nerede olduğu hakkında kesin bir şey söylenemiyor. Ayet-i Kerime’den sadece Zülkarneyn'in aralarında bir boşluk veya geçiş yeri bulunan iki doğal engel ya da sonradan yapılmış iki set arasında bulunan bir bölgeye vardığı anlaşılmaktadır. 1,4,9 Tefsir bilginlerine göre Zülkarneyn üçüncü yolculuğunda;

- Asya’nın kuzey doğu tarafında Türk topraklarının bittiği bir bölgeye gittiği, setinde Çin seti olabileceği 1,2,4,6,7,15,16,20

-Ermenistan ile Azerbaycan tarafında Türkistan topraklarının bittiği yerde yer alan Kafkas dağlarına kadar gittiği ve setinde Demirkapı adı verilen yerin olabileceği 1-5,7-10, 12,13

-Setin Hazar denizi­nin balı yakasında yer alan Derbend seti diye bilinen yer olabileceği 1,7,14 veya

-Zülkarneyn’in karşılaştığı iki dağın Hazar Denizi ile Kara Deniz arasında uzanan dağların bir kısmının olabileceği 15 veya

-Setin Sibirya bölgesinde olabileceği 2,4 gibi çeşitli yorumlar yapılmıştır.

“İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.” (18/Kehf/93) Zülkarneyn iki set arasına vardığında orada bir kavimle karşılaştı. Kur'ân-ı Kerim’de bu topluluğun hangi kavim olduğunu açıkça anlatılmamıştır. 16,17 Fakat müfessirler, bu kavmin eski İskitler, 3,14 Moğol ve Tatarlar 1,12 veya Türklerin olabileceğini ifade etmişlerdir. 2-4,13

Bu kavim, Zülkarneyn’e yurtlarını talan eden, saldıran, bozgunculuk çıkaran ve bozgunculuğun yaygınlaşmasına neden olan Ye'cüc ve Me'cüc'e karşı, verecekleri bir miktar mal karşılığında bir set yapmasını önerdiler. 9

“Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?” (18/Kehf/94)

"Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.” (18/Kehf/95)

 

Ye’cüc ve Me’cüc

Kur’an-ı Kerimde, Ye'cüc ve Me'cüc’ün kim olduğu, nerede ve ne zaman yaşadıkları hakkında bilgi verilmemiştir. 2 Fakat müfessirler bu konuda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Tefsirlerde Ye'cüc ve Me'cüc’ün, Hz. Nuh’un oğlu Yafes’in soyundan gelen iki kabile olabileceği 2,7 veya Ye'cüc'ün Türklerden, Me'cüc'ün Ceyi ve Deylam kabilelerinden olabilecekleri 10 veya bunların Mançurlar ve Moğollar, 6,9,12,16,22,23 Tatarlar, 6,9,12 Kırgızlar, 23 Türkler 6,7,10 veya Çinli’ler olabileceği ifade edilmiştir. 20,22,23

“Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş bakır dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)

Zülkarneyn, bu kavmin kendine sunduğu malı reddetti ve karşılıksız olarak seddi yapmaya karar verdi ve bu toplumdan maddi ve bedensel güçleriyle kendisine yardımcı olmalarını istedi. Siz bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile aranızda aşılmaz bir set çekeyim. Bana demir parçaları getiriniz. Onlar da demir parçalarını toplayıp iki engel arasındaki boşluğa yığdılar. Getirilen demir parçalarının oluşturduğu yığın yanlardaki setlerin tepeleri ile aynı düzeye çıktı. Daha sonra Zülkarneyn, Adamlara `körükleri çalıştırınız' dedi." Demir yığını şiddetli alevin ve kızgınlığın etkisi ile "ateş haline gelince", "Bana biraz erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim dedi." 9

“Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.” (18/Kehf/97)

“Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.” (18/Kehf/98)

“O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.” (18/Kehf/99)

 

Zülkarneyn Kıssasında ki Belirsizlikler

 

Kur’an-ı Kerim Yüce Yaratıcının (cc) bir kelamıdır ve ”……Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir…….” (12/Yusuf/111) Cenâb-ı Hak (cc), Kuran-ı Kerim’in niteliklerini ve bu kitabın anlaşılabilmesi için gerekli olan şartları veya koşulları en baştan ortaya koymuştur. Bu kıstas veya koşulların ise zamana, mekâna, topluluklara veya bireylere göre faklılık arz etmesi veya değişiklik göstermesi mümkün değildir. Bununla birlikte Zülkarneyn kıssasıyla ilgili yazılan kaynaklar, kronolojik olarak değerlendirildiğinde, konuyla ilgili belirsizliklerin izahı bir yana, yapılan her yorumun konuyu biraz daha çıkmaza sürüklediği, daha doğrusu bireysel zafiyetlerin Kur’an-ı Kerim’e yüklenmeye çalışıldığı görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’i bir cümle, kendisini son nokta gibi farz eden ve aslında aczin çırpınışlarının kötü bir yansıması olarak ortaya çıkan bu çıkışların ise inançlı ve inançsız insanlar üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı hiç düşünülmemiştir. Hâlbuki asıl gaye Rıza-yı İlahi, asıl muhatap ise Cenâb-ı Hakk’ın (cc) bizzat kendisidir.

Evet, yaşadığımız şu çağda dahi Zülkarneyn kıssasıyla ilgili birçok şeyin anlaşılamadığı ve birçok şeyin hala belirsizliğini korumaya devam ettiği görülmektedir. Bunlar içerisinde belki de üzerinde en fazla durulan veya irdelenen husus ise Zülkarneyn’in kimliği veya kim olduğudur. Günümüze kadar, bu konuyla ilgili çok farklı görüşler ileri sürülmüş olmasına rağmen, maalesef tarih içerisinde Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Zülkarneyn kimliğine, şahsiyetine veya vasıflarına uyan bir hükümdar veya kişilik bulunamamıştır. Ve Zülkarneyn şudur denildiği anda inşa edilen set, set şudur denildi anda Ye’cüc ve Me’cüc konusunda sürekli bir sıkıntıya girilmiştir.

Peki, böyle bir şahsiyetin tarih içerisinde saklı kalması, belirlenememesi veya tanınmaması ne kadar mümkündür? Eğer mümkün değilse, acaba bir değerlendirme veya yöntem hatası mı yapılmaktadır? Veya Zülkarneyn yanlış zaman, yanlış mekân ve yanlış yerlerde mi aranmaktadır?

Peki, dünya tarihi bir yana, insanlık tarihinden dahi çok yeni olan tarih ilmi bu soruların ne kadarına cevap verebilir?

Kur’an-ı Kerim’de, Zülkarneyn hakkında sorulan sorular üzerine, cevap olarak daha ziyade yaptığı hizmetlerin anlatıldığı bir kıssa indirilmişken, Zülkarneyn’in kim olduğu o kadar da önemli midir? O zaman, Zülkarneyn kimliği veya Zülkarneyn olduğu iddia edilen şahıslar üzerinde durmak yerine, kıssada anlatılan diğer konular üzerinde çalışmalar yapmak daha doğru bir tutum veya davranış olmaz mı?

Hz Ali’den (ra) rivayet edilen “Zülkarneyn, salih bir kul idi ki Allah’ı (cc) sevmiş, Allah da  (cc) onu sevmişti” 24 cümlesi, bu konuyu en baştan gayet kısa, gayet açık ve gayet net bir şekilde açıklamıyor mu? Tabi ki Zülkarneyn’in kimliği de, yaptığı eser de, yolculukları da araştırılmalıdır. Fakat yapılan araştırmalar maalesef konuyu bu cümleden bir adım dahi ileri götürememiştir. Ve bazen o kadar sabırsız davranılmış, o kadar aşırıya gidilmiştir ki, çaresiz kalındığı noktalarda ise Allah'ın (cc) Kitabı ve Resulünün (sav) sünneti bir kenara bırakılarak, bazen isrâiliyât kaynakları, bazen de bilim dışı 1,4,9,11,25 mesnetsiz bilgilerin tesiriyle çok farazi yorumlar yapılmıştır. Bu yüzden Zülkarneyn gömleği, kimi zaman Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Zülkarneyn şahsiyetiyle hiç bir ilişkisi olmayan, inançsız ve zalim birilerine giydirilmeye çalışılırken, kimi zaman da inşa ettiği set tamamen hayali, mesnetsiz benzetmelere maruz kalmıştır.

Zülkarneyn, her vasfıyla üstün ve yaptığı vazifeler nedeniyle o kadar özel bir kuldu ki, Allah (cc), onu akılların alamayacağı ve belki de yaşadığımız şu çağda dahi hayal edilemeyecek bir teknoloji, bilgi, beceri ve vasıtalarla, yani her imkânla donatmış ve ona yeryüzünün hâkimiyetini, elde etmek istediği her şeyin bir yolunu ve imkânını nasip etmiştir. 1,3-10,12-15,18-20,26-30

Âlemlerin Rabbi (cc), bir kulunu yeryüzünde kudret sahibi etmişse, yapılacak iş ve görev de o nispette büyük ve önemlidir.

Allah (cc) bir kulunu yeryüzünün hâkimi etmişse, ona verilen kudretin, imkânların veya teknolojinin sınırlarının veya boyutlarının bilinmesi veya idrak edilmesi de kolay değildir. Ve böylede olmalı ki Zülkarneyn Kıssasıyla ilgili yüzlerce yorum yapılmasına rağmen hala net bir sonuca ulaşılamamıştır.

“Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.” (18/Kehf/84)

Allah (cc), Zülkarneyn’i kudret sahibi kılmış, oda üç ayrı istikamette hareket ederek farklı farklı kavimlerle karşılaşmış, farklı olaylara şahit olmuş ve sonuçta muhteşem bir set kurmuştur.

 


 Zülkarneyn ilk yolculuğunda güneşin battığı yere, ikincisinde doğduğu yere, üçüncüsünde ise iki dağın bulunduğu bir yere ulaşmıştır. Bununla birlikte Ayet-i Kerime’lerde izah edilen, güneşin doğduğu yer doğu, battığı yer ise batı olarak algılanacak olursa, 1-10,12-15,18-20 Zülkarneyn’in bu yönlerde nerelere yolculuk yaptığının belirlenmesi bir yana, tahmin edilmesi bile imkânsızdır. Kaldı ki yolculuğa nereden başladığı dahi bilinmemektedir. Eğer yolculukların, Asya, Avrupa veya Afrika kıtalarının herhangi birisinde yapılmış olabileceği düşünülürse, doğu ve batı istikametlerinde ulaşılabilecek yerler bir dereceye kadar tahmin edilebilir. Fakat Zülkarneyn sadece bir veya iki kıtanın değil, yeryüzünün hâkimi ve hükümdarıdır, bu yüzden diğer kıtalarda işe karışacak olursa, Zülkarneyn’in yolculuklarının izahı daha karmaşık bir hal alır ve eğer yeryüzü coğrafyasının sürekli değişimine neden olan kara hareketleri de 31,32 bunlara ilave edilecek olursa, bu yolculukların izahı tamamen imkânsızlaşır.

Hz. Peygamber'in (sav), "O, dünyanın iki karnini, yani doğusunu batısını dolaştığı için bu adı almıştır" dediği rivayet edilmektedir. 10 Yine Karn sözcüğü, hem boynuz hem nesil, hem devir, hem çağ ya da yüz yıl gibi anlamlar taşıdığı için, Zülkarneyn tabirinin, iki boynuzlu adam dışında, iki çağın veya devrin adamı anlamlarına gelebileceği de belirtilmektedir. 4,12 Bu nedenle, şu anda anlaşılması imkânsız olsa dahi Zülkarneyn’in, iki farklı çağı, iki farklı devri veya iki farklı zamanı görmüş ve yaşamış birisi olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

“Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik. O da bir yol tuttu. güneş’in battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu……….” (18/Kehf/84-86)

Zülkarneyn’in ilk gittiği yolun sonu, güneşin battığı yere ulaşıyor. Zülkarneyn güneşi siyah balçıklı bir su gözesine benzer bir yerde batarken ve batmadan önce görüyor. Belli ki güneş henüz batmamış, fakat batacak ve batması için de belli bir sürenin geçmesi gerekiyor. “Balçıklı bir göze içine batıyor” gibi görüldüğüne göre; etrafı ya karayla kaplı bir su birikintisi veya deniz veya iç denizin kenarından izlenebilen güneşin batışı 3-10,12-15,18-20 veya kıyamete yakın bir dönem de tanımlanıyor olabilir. Çünkü güneş bir gün Zülkarneyn’in gittiği bu istikametten, yani güneş battığı yerden doğmaya başlayacaktır.

“Güneş’in battığı yere varınca,………. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik. Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi. “Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. Ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (18/Kehf/86-88)

Zülkarneyn’in karşılaştığı bu kavmin büyük bir çoğunluğu belli ki inançlı değil. 3-10,12-15,18-20 Fakat ister doğu olsun, ister batı olsun her iki istikamette de inançsız topluluklar yok mudur? Peki, neden özellikle güneşin battığı yerde bu niteliklere sahip bir kavimden bahsedilmiştir? Ve Zülkarneyn neden önce güneşin doğduğu yere değil de battığı yere gitmiştir?

“Sonra yine bir yol tuttu. Güneş’in doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (18/Kehf/89,90)

Evet, güneşle dünya arasında perdeler vardır. Bu perdeler bir elbise, bir ev, bir ağaç, bir bulut, dağ, tepe, uzun bir gece, 3-10,12-15,18-20 atmosfer ve manyetosfer[a] olabilir ki, bunlardan son ikisi beklide dünya ile güneş arasına konulabilecek en önemli perdelerdir.

Aslında gece de önemli bir perde olarak düşünülebilir. Fakat gece süresi dünyanın her bölgesinde farklı farklıdır ve ekvatordan kutuplara gidildikçe gece ile gündüz arasındaki fark da giderek artar. Ve bu perdeden kasıt eğer gece ise; günümüz şartlarında, güney ve kuzey 49. paralelleri arasında, bu perde bir yıl boyunca 13-15 saat, 49. paralellerden sonra 6 ay boyunca 20 saat, 66. paralellerden sonra (kutuplarda) yaklaşık 6 ay kadar kalkar ve güneş doğrudan dünyaya doğar. Yani dünya üzerinde gecenin de sürekli perde olabileceği bir bölge yoktur. Dolayısıyla dünyanın manyetik alanı (manyetosfer) veya atmosfer “doğrusunu Allah (cc) bilir ama” dünya ile güneş arasına konulabilecek en önemli perdelerdir.

 


 

Ayrıca, Zülkarneyn burada da bir kavimle karşılaşmıştır. Fakat bu toplum çok iyi özelliklere sahip olduğu için mi, yoksa güneşle aralarında bir perde konulmadığından zaten bir sıkıntı veya ızdırap içinde oldukları için mi, doğrusunu Allah (cc) bilir ama Kuran-ı Kerim’de onların sadece bulundukları durum veya ortamla ilgili bilgi verilmiştir.

“Sonra yine bir yol tuttu. İki dağ arasına ulaşınca…….” (18/Kehf/92,93)

Zülkarneyn üçüncü yolculuğunda iki dağın bulunduğu bir yere gitmiştir. Fakat Kur’an-ı Kerim’de bu dağların yeri hakkında da bir bilgi verilmemiştir.

Zülkarneyn, ”İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu. (18/Kehf/93) Zülkarneyn’in karşılaştığı bu topluluk, belki farklı bir dilde konuştuğu için, belki zekâları noksan 4,5,12 veya ilkel bir kavim oldukları için 9 söz anlamayan 3-5, 9,12 ve kendi söylediklerini başkalarına anlatamayan 3 ve belki de henüz anlayamadığımız farklı bir nedenden dolayı Zülkarneyn’le iletişim problemi yaşayan bir kavimdi. Eğer Allah (cc) Zülkarneyn'e her şeyden bir sebep (vasıta) vermemiş olsaydı onlara söz anlatamayacak, onlar da dertlerini izah edemeyeceklerdi.

“Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?” (18/Kehf/94)

Tarihin her döneminde, bozgunculuk yapan, fitne çıkaran, düzeni bozan, ayrımcılık yapan, insanları, aileleri ve hatta ülkeleri bir birbirine düşüren; insan, grup, toplum veya millet yok mudur? Bunların aynı millet, aynı toplum, aynı grup ve hatta aynı aileden olmaları da gerekmez. Evet, bunlar tarihin her döneminde olmuş ve olabilecek şeylerdir. Fakat Ayet-i Kerime’lerde kastedilen bunlardan ziyade, Zülkarneyn’in inşa ettiği setin yıkılmasından sonra ortaya çıkacak fitne veya bozgunculuktur.

Belki de bilinen tarih içerisinde fitne veya bozgunculuk bu gün ki kadar yaygın ve şiddetli, sıkıntı veya ızdırap verici olmamıştır. O zaman beklenen fitne veya bozgunculuk döneminde mi yaşıyoruz diye düşünülebilir. Eğer öyleyse, o zaman Zülkarneyn Seddi ne zaman yıkılmıştır ve bu setin kalıntıları nerededir? Eğer yıkılmamışsa o zaman bu set hala nerededir?

“Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?” Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi. “Bana demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi. Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler. Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir dedi.” (18/Kehf/94-98)

Zülkarneyn bu iki topluluk arasına öyle bir engel koydu ki, Ye’cüc ve Me’cüc’ün bu engeli Cenâb-ı Hak (cc) dileyinceye kadar, yani kıyamete kadar ne geçmeleri ne de yıkmaları mümkün değildir. Evet, Zülkarneyn Allah’ın (cc) izniyle öyle bir engel yapmıştır ki bu engel kıyamete kadar ayakta duracaktır. Zülkarneyn öyle bir engel yapmıştır ki, bu engel insanlığı ve yeryüzünü Ye’cüc ve Me’cüc’ün şerrinden korumaktadır. Ne zamana kadar? ”……Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi. O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.” (18/Kehf/98,99)

“Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. Gerçek vaad (kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp dona kalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz” derler.” (21/Enbiya/96,97)

Anlaşılacağı gibi, Zülkarneyn kıssasında, tesiri veya etkisi geçmişten başlayan ve kıyamete kadar da sürecek olan birçok hadise anlatılmıştır. Bunlardan Zülkarneyn’in kimliği ve yolculukları, karşılaştığı kavimler gibi olaylar tarihin derinliklerinde “-bir sırmış gibi-” kalırken, Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması gibi durumlar ise geleceğe hitap eden ve ancak kıyamete yakın bir dönemde zuhur edecek olaylardır. Bu nedenle, bu olayların şu anda tekrar irdelenmesi afakî kalacak ve belki de konuya çok fazla bir katkı sağlamayacaktır. Buna karşılık, Zülkarneyn’in yaptığı bir eser vardır ve bu eser yıkılacağı güne kadar ayakta kalacaktır. Bu nedenle, eğer yıkılmışsa kalıntıları, yıkılmamışsa bütün azametiyle gözümüzün önünde olan, fakat bir türlü göremediğimiz bu setin araştırılması veya bulunması, diğer konulara nazaran daha kolay ve daha anlamlıdır. Ve belki cevapsız kalan birçok soru, bu setin bulunmasıyla cevap bulacak ve belki de bu setin kendisi bizzat bu soruların cevabı olacaktır.

Öyle de, insanları ve dünya düzenini Ye’cüc ve Me’cüc’ün bozgunculuğundan koruyan ve kıyamete kadar da koruyacak olan, yıkılmasıyla da hem mahlûkatın hem de dünyanın sonunu getirecek olan bu muhteşem eser nerededir?

“Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (55/Rahman/1-3)

O zaman Rabbinin (cc) ilk mesajı olan, “Yaradan Rabbinin adıyla oku!” (96/Alak/1) Oku, Rabbinin (cc), Kur’an-ı Kerimi kime öğrettiğini öğrenmek için oku. Oku, Rahman’ın (cc) kudretini, yüceliğini, azametini ve şanını öğrenmek için oku. Oku müminin kayıp hazinesini tekrar bulabilmek için oku.

Oku ama onlar gibi değil “Yaradan Rabbinin adıyla oku!” (96/Alak/1)

Oku, ama “……Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık……” (6/En’am/38) şuuruyla ve bilinciyle oku.

Oku, sadece  ”Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.” (18/Kehf/27)

Kur’an-ı Kerim 1400 yıldır tek bir eksiği olmadan karşımızda durmaktadır.

“Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (15/Hicr/9)

Daha da önemlisi Kur’an-ı Kerim Yüce Yaratıcının bir kelamıdır ve içinde kesinlikle rast gele ve tesadüfî bir bilginin olması mümkün değildir. Bu nedenle bu soruların cevabı mutlaka vardır ve böyle de olmalıdır. ”Allah size kitabı, içinde her şey inceden inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah'tan başkasını mı hakem isteyeceğim?...” (6/En’am/114), inancıyla, bilinciyle ve ruhuyla, Kur’an-ı Kerim’in mucizevî muhtevasını anlamak, hissetmek, O’ndan hisselenmek ve O’nun mucizevî düzeyine erişebilmek için, “Rahman, Kur’an’ı öğretti.” (55/Rahman/1,2) anlayışıyla tabiat kitabını daha iyi gözlemleyerek, kâinata öğretilen Kur’an-ı Kerim’i, hakkıyla okuyup, anlayarak, bu soruların cevapları bulunabilir.

Ve bu set geç olmadan bulunmalı ve bulunmak da zorundadır. Çünkü ”Onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?” (47/Muhammed/18)

Kur’an-ı Kerim’in bütün hükümleri zaman ve mekânla kayıtlı olmayıp bütün zaman ve mekânlarda geçerlidir. 33 Dolayısıyla diğer konular gibi Zülkarneyn Seddi’de, özellikle ve öncelikle Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif’ler ve Müslüman’ın kayıp hazinesi olan akıl, mantık ve bilim çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Yüzlerce veya binlerce yıldır gömülü bir elmasın bulunabilmesi için belki bir harita yeterli olabilir, fakat elmasla kömür arasında ki fark bilinmiyorsa, o zaman bir değil binlerce haritanın olması neye yarar? Kayıp bir çocuk bile verilen eşkâlle aranmıyor mu? Eşkâlle bulunan çocuklar arasından, şu bizim ki denilmiyor mu? O zaman, Zülkarneyn’in kayıp hazinesinin bulunabilmesi için de öncelikle onun tanımlanması, tanınması veya eşkâlinin çizilmesi gerekmez mi? Bu yüzden, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerde, bu setle alakalı ne kadar bilgi varsa, bunlar mümkün olduğu kadar teferruatlı bir şekilde değerlendirilmeli ve öncelikle setin özellikleri ortaya konulmalıdır.

 



[a] Manyetosfer: Dünyanın manyetik alanı

Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerde Zülkarneyn Seddi

Ayet-i Kerimelerde Zülkarneyn Seddi

Ayet-i Kerime’lerden, her ne kadar Zülkarneyn Seddi’nin, ne zaman ve nerede inşa edildiği net olarak anlaşılamıyorsa da, bu setin inşa edilme nedeni, inşa edildiği yerin özellikleri, inşasında kullanılan malzemeler, yapım tekniği ve setin kıyamete yakın bir dönemde yıkılacağı ve daha sonra da kıyametin kopacağı gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

“Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık…“ (18/Kehf/84)

Zülkarneyn, yeryüzünde kudret sahibi kılınmış ve o da kendisine verilen imkanlarla nihayet ”İki dağ arasına ulaşınca,……” (18/Kehf/93) orada, Ye’cüc ve Me’cüc’ü kuşatarak hapseden ve bu vesileyle onların yeryüzünde yaptıkları bozgunculuk, tahribat ve yıkımı engelleyen veya durduran ve dolayısıyla yeryüzünü huzurlu, güvenli ve yaşanabilir bir hale getiren muazzam bir set inşa etmiştir.

Tefsir kitaplarında setin inşa edildiği bu iki dağın, yapma iki engel, iki deniz, iki kıta, yapılan mimari eserin ise görülen ve görülmeyen bir set veya bariyer olabileceği de belirtilmektedir. 4,24 Dolayısıyla Zülkarneyn Seddi iki dağ arasında inşa edilmiş olsa dahi, yapılan eserin ne kadar muhteşem, muazzam ve azametli bir yapıya sahip olduğu açıktır.

“Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş……… dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)

Zülkarneyn Seddi, bu iki dağ veya benzeri alanın arasındaki boşluk tamamen demirle doldurulup kor haline getirildikten sonra üzerine erimiş bir madde dökülerek inşa edilmiştir. Tefsir ve meallerde setin ana yapısının demirden olduğu açıkça izah edilmiş olmasına rağmen, 1-10,12-15,18-21,26-30,33-52 bu yapı üzerine eritilerek dökülen madde konusunda tam bir fikir birliği yoktur. Bazı kaynaklarda bu maddenin bakır 2,5,6,12,18,19,26-30,34-49 bazılarında ise demir, 3 kurşun, 3,34 tunç, 13 pirinç 50,51 veya katran 1,7,43,52 olabileceği de belirtilmektedir.

Peki, kıtalar veya denizler bir yana, iki dağ arasında dahi olsa bu kadar büyük bir set nasıl inşa edilebilir?

Bu kadar geniş bir alan hem de demir kütleleriyle nasıl doldurulabilir?

Bu kadar demir nereden ve nasıl temin edilebilir ve bu kadar büyük bir iskelet nasıl körüklenebilir?

Bu devasa yapının sıvası için kullanılan madde nerede ve nasıl eritilebilir ve böyle bir yapının üzerine nasıl dökülebilir?

Peki, set inşa edilirken demir neden tamamen eritilmemişte kor oluncaya kadar ısıtılmıştır?

Daha da önemlisi, inşa edilirken kor haline getirilen demir hala kor, eritilerek üzerine dökülen madde hala eriyik halde midir?

Ayet-i Kerimelerde ki bu teferruatlar niçin verilmiştir?

Bu ne muhteşem bir asır, bu ne muhteşem bir teknoloji, bu ne muhteşem bir mimari ve bu ne muhteşem bir kudret!

Zülkarneyn Seddi’nin inşa edilmesinde ki asıl amaç, yeryüzü ve üzerinde yaşayan canlıları Ye’cüc ve Me’cüc’ün fitnesinden, bozgunculuğundan ve tahribatından korumaktır.

”Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?” Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.” (18/Kehf/94,95)

Evet, o öyle bir eser ki, varlığıyla hem bozgunculuk yapan Ye’cüc ve Me’cüc’ü aciz bırakacak, hem bu vesile ile yeryüzünü ve üzerinde yaşayan mahlûkatı koruması altına alacak ve hem de tesiri kıyamete kadar devam edecek ve yıkılması ise kıyametin başlangıcı olacak.

Bu set o kadar muhteşem, o kadar muazzam ve o kadar sağlam ve azametli yapılmıştır ki ”Yec’üc ve Me’cüc, Artık ne onu aşabildiler, ne de delebildiler.” (18/Kehf/97)

Günümüz teknolojisiyle dahi, değil böyle bir eserin yapımı, hayal edilmesi bile imkânsızdır. Onun için Allah (cc) Zülkarneyn’i yeryüzünde kudret ve kuvvet sahibi kıldı, onun için ona her şeyin üstesinden gelebilmesi ve her istediğini yapabilmesi için bir sebep, bir vasıta veya yol verdi.

”Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.” (18/Kehf/84)

Hâlbuki Çin Seddi gibi nice setler var ki hepsi tek tek aşılmıştır, nice yüce dağlar var ki delinerek yollar, tüneller yapılmıştır. Dolayısıyla bu set bilinen bütün bariyer ve eserlerden çok farklı bir yapıya sahiptir ve bu setin sırrı, inşasında, inşasında kullanılan harçta, yapıldığı yerde, yaptıranın kudretinde gizlidir. İşte bu yüzden setin inşası bittiği zaman dedi ki 4 ”Bu, Rabbimden bir rahmettir.” (18/Kehf/98)

Zülkarneyn Seddi, çok muazzam ve hassas bir mimariyle inşa edilmiştir. Bu nedenle bilmediğimiz veya bilemeyeceğimiz kadar uzun bir süre ayakta kalan bu set, yine aynı sebepten dolayı kıyamete kadar ayakta kalmaya devam edecektir. Fakat ”…..Rabbimin va'dettiği an gelince, onu dümdüz edecektir. Rabbimin va'di de haktır….” (18/Kehf/98) Set yıkıldıktan sonra, yeryüzünde düzen bozulacak ve nihayet kıyamet kopacaktır. ”Ve o gün Biz onları, birbirlerinin içinde dalgalanır bir durumda bırakıvermişizdir. Sura da üfürülmüştür, artık hepsini toplamış da toplamışızdır.” (18/Kehf/99)

Kısaca bu set korunma için bir muhafaza, azgınlıklar için bir engel, kıyamet için bir başlangıç ve bir anahtardır. ”Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc (sedleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman; Ve gerçek vaat (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri dona kalır! "Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz.” (21/Enbiya/96,97)

”Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek) tim.” (20/Taha/15)

”Onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne fayda verecek?” (47/Muhammed/18)

Kıyametin alametleri açıkça bildirilmiştir ve bu alametler her aklıselim tarafından görülebilir veya idrak edilebilir. Zaten alametlerin bir bir ortaya çıkması da, o dehşetli günün gelişinin ve geleceğinin de açık delilleri değil midir? Karanlık, yoğun bulutların yığılmasından sonra yağmurun yağmayacağını kim söyleyebilir, böyle bir havada denize kim yelken açar, kıyametten sonra, bu gerçeklerin bilinmesi, idrak edilmesi veya düşünülmesi ne ifade eder veya insana ne faydası olur?

Bu nedenle, o gün gelmeden, alametlerini görmeli ve öğüt almalı, o gün gelmeden düşünülmeli ve idrak edilmeli, o gün gelmeden Kur’an-ı Kerim hakkıyla okunmalı ve okutulmalı, öğrenilmeli ve öğretilmeli, anlamalı ve anlatılmalıdır.

“Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğreteninizdir.” 11

Evet, bir set var ve bu setin kuruluş amacı, bir gün yıkılacağı ve yıkılmasıyla kıyametin o dehşetli alametlerinin tek tek ortaya çıkacağı ve daha sonra da kıyametin kopacağı Ayet-i Kerime’lerden açıkça anlaşılmaktadır. Fakat bu kadar muazzam ve devasa boyutlarda olan bu set nerededir, böyle bir yapı nasıl bulunamaz, nasıl görülemez ve nasıl fark edilemez?

“İnsan çok aceleci yaratılmıştır. Size yakında ayetlerimi göstereceğim. Şimdi siz acele etmeyin.” (21/Enbiya/37)

“Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır. Artık ileride anlarsınız.” (6/Enam/67)

“Bu Kur'an âlemler için ancak bir zikir ve öğüttür. Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.” (38/Sad/87,88)

“İleride Biz onlara hem ufuklarda, hem kendi nefislerinde delillerimizi öyle göstereceğiz ki, sonunda onun gerçek olduğu kendilerine açıkça belli olacak. Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi?” (41/Fusssilet/53)

 

Zülkarneyn Seddi’yle ilgili Ayet-i Kerime’lerin değerlendirilmesi sonucunda;

-Zülkarneyn Seddi’nin dünyada inşa edildiği,

-Zülkarneyn Seddi’nin çok hassas bir mimariye sahip olduğu,

-Setin bozgunculara karşı zırh, korunanlar için bir kalkan olduğu,

-Setin çok güçlü ve mukavemetli bir yapıya sahip olduğu ve bu yapım özelliğinden dolayı kıyamete kadar yıkılmayacağı

-Setin, bu sağlam, dayanıklı ve mukavemetli yapısının bizzat setin mimari özelliği, yapım tekniği ve harcından kaynaklandığı,

-Setin, yıkılmasından sonra dünya düzeninin alt üst olacağı, daha sonra kıyametin kopacağı ve dolayısıyla Zülkarneyn Seddi ile kıyamet ve kıyamet alametleri arasında önemli bir bağlantı olabileceği,

-Setin ana yapısının, duvarının veya çekirdeğinin demirden, sıvasının ise bakır, demir, tunç, pirinç, kurşun veya katran gibi bir maddeden olabileceği,

-Setin inşa edildiği ilk gün ki gibi hala muhafaza ediliyor olabileceği ve

-Setin, hayal edilemeyecek kadar devasa boyutlarda olabileceği söylenilebilir.

 

Hadis-i Şeriflerde Zülkarneyn Seddi

Ahir zamanda vukua gelecek hâdisata[a] dair hâdislerin bir kısmı müteşabihat-ı Kur'aniye gibi[b] derin manaları var. Muhkemat[c]  gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler.[d] "Hâlbuki o âyetlerin tefsirini Allah'tan ve ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlardan başkası bilemez."[e] (3/Ali İmran/7) sırrıyla, vukuundan sonra tevilleri[f] anlaşılır ve murad ne olduğu bilinir ki, ilimde Râsih[g] olanlar "Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir." (3/Ali İmran/7) deyip o gizli hakikatleri izhar ederler[h]. 22

Bediüzzaman Said Nursi’den nakledilen bu sözler, belki de en iyi şekilde Zülkarneyn kıssasında anlam bulmaktadır. Çünkü Zülkarneyn kıssasıyla ilgili Hadis-i Şeriflerde de, ihtiva ettiği manalar nedeniyle derin bir tefekkür, tam anlam bulabilmesi içinde uzun bir sabrı gerektiren birçok olağan üstü hadise anlatılmıştır. Bununla birlikte meşru olmayan kaynaklar yerine, yine bu Hadis-i Şerif’lerin tekrar tekrar gözden geçirilmesi veya değerlendirilmesi, konuyla ilgili bilinmeyen birçok şeyin açıklanması veya anlaşılabilmesi için çok daha faydalı olabilir.

Bu düşünceyle hareketle, bir Hadis-i Şerif’ten, Zülkarneyn Seddi’nin, Resulullah’ın (sav) döneminde bir miktar tahrip olduğu, yani bu setin en az 1400 yıl önce tahrip olmaya başladığı anlaşılmaktadır.

Zeyneb Bintu Cahs (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav) bir gün korkulu bir vaziyette odaya girdi. Şöyle diyordu: "La ilahe illallah, yaklaşan bir beladan Arabın vay haline. Bu gün, Ye’cüc ve Me’cüc’ün seddinden şöyle bir gedik açıldı." başparmağı ile şahadet parmağını halka yaparak gösterdi. Ben: "Ey Allah’ın Resulü, yani içimizde salih kimseler olduğu halde toptan helak mi olacağız?" dedim. "Evet, dedi, fenalıklar artarsa öyle olur."” 1,24,11,53

Bu setin yıkılması, kıyametin başlangıcı, dolayısıyla kıyametin en önemli alametlerinin ortaya çıkması demektir. Bu alametlerle ilgili olarak, bir Hadis-i Şerif’te setin yıkılmasıyla Ye’cüc ve Me’cüc’ün ortaya çıkacağı, 11 bir diğerinde ise Ye’cüc ve Me’cüc’den sonra çok geçmeden güneşin battığı yerden doğacağı 11 izah edilmektedir. Yani güneşin battığı yerden doğması ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması bir anlamda setin yıkıldığını gösteren en önemli delillerdir. Fakat ne henüz güneş battığı yerden doğmuştur, ne de Ye’cüc ve Me’cüc’ün kim veya ne olduğu net olarak anlaşılmıştır. Bu nedenle şu anda setin tamamen yıkılıp yıkılmadığını söylemek pek mümkün değildir. Fakat yine bu Hadis-i Şerif’ten, Zülkarneyn Seddi’nin, tıpkı taş veya tuğlaları tek tek dökülerek zamanla harap olan ve sonunda çöken binlerce yıllık bir bina gibi yavaş yavaş tahrip olarak nihayet yıkılacağı söylenilebilir.

“……toptan helak mi olacağız?" dedim. "Evet, dedi, fenalıklar artarsa öyle olur” 1,11,24,53

Anlaşılacağı gibi fenalıkların artmasıyla setin tahrip olması veya hasara uğraması arasında çok hassas bir ilişki vardır. Yani fenalıklar ne kadar artarsa set de o derece tahrip olur ve sonuçta yıkılır.

Şu anda yürüdüğümüz yolun sonu güneşin doğduğu yere değil güneşin battığı yere, yani kıyamete çıkmaktadır. Kıyamet ise iyiliklerin ve güzelliklerin, hak ve adaletin olduğu bir dünyada, bir çağda veya devirde değil, aksine azgınlıkların ve fitnenin çoğaldığı, hak ve adaletsizliklerin, fenalıkların arttığı, inançsızlık ve inkârcılığın had safhada olduğu ve dolayısıyla inkârcıların yeryüzünde yaşadığı veya hâkim olduğu bir dönemde kopacaktır. Fakat o gün gelmeden, Zülkarneyn Seddi yıkılmış olacaktır. Bu nedenle bu set henüz yıkılmamış olsa dahi geçen 1400 yıl içerisinde bir bölümünün tahrip olduğu ve yıkılıncaya kadar da bu tahribatın devam edeceği söylenilebilir.

Konuyla ilgili başka bir Hadis-i Şerifte ise Zülkarneyn Seddi’nin her gün, hem de inşa edildiği günden yıkılacağı güne kadar her gün, gece boyunca yıkılmaya çalışıldığı veya tahrip olduğu, güneşin doğmasıyla birlikte tekrar onarıldığı ve eski gücüne kavuştuğu izah edilmektedir.

Ebu Hüreyre (ra): “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Ye’cüc ve Me’cüc (seddi) her gün kazarak nihayet Güneş’in ışığını görmeye yakın, başlarındaki kişi onlara: "Haydi dönün, kazımıza yarın devam ederiz!" der. Allah Teâlâ hazretleri, sabah oluncaya kadar seddi eski güçlü haline iade eder. Bu hal onların müddetleri doluncaya kadar devam edecek. Vakit dolup da Allah onları insanların üzerine göndermek istediği zaman, aynı şekilde yine kazacaklar, Güneş’in ışığını görecekleri gedik açılacağı zaman, başlarındaki "haydi dönün inşaallah yarın kazmaya devam ederiz" diyecek. Onlar da "inşallah!" diyecekler; ertesi gün gelecekler. Bu sefer seddi bıraktıkları gibi bulacaklar. Yine kazacaklar, bu sefer insanların üzerine çıkacaklar …….” 1,2,11,53,54

Peki, harcı demir veya bakır gibi maddelerden olan bir set de, her gün, hem de inşa edildiği günden yıkılacağı güne kadar bu şekilde günlük değişiklikler nasıl meydana gelebilir?

Meydana gelir, çünkü “O (sav) ne söylüyorsa doğrudur.”

Evet, “O (sav) söylüyorsa doğrudur.” Çünkü O Muhammedül-Emin ve O iki Cihan Serveri Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed Mustafa (sav).

Böyle bir cevabı da ancak bir kişi verebilirdi, çünkü o, o günde hiç düşünmeden aynı cevabı vermişti. “O diyorsa doğrudur.”[i]

Bu yüzden bu ve bunun gibi soruların cevaplanması, belki birçoklarının gönlünde kasırgalar estirip, volkan veya deprem tesirleri yaparken, bu cevaplar onun yüzünde ancak tatlı bir tebessüme neden olabilirdi.

İşte Ebubekir Sıddık (ra) ile Ebubekir’leri, Ebubekir’lerle Ebu Cehil’leri bir birinden ayıran kalın çizgide bu.

Bu Hadis-i Şerif’in devamında ve farklı bir kaynaktan rivayet edilen başka bir Hadis-i Şerif’te, bu bilgilere ilave olarak setin yıkılmasından sonra Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkacağı ve böylece kargaşa, anarşi veya savaş yıllarının başlayacağı, suyun biteceği ve daha sonra da kıyametin kopacağı izah edilmektedir.

“………. ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler. İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Ye’cüc ve Me’cüc: "Biz yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık" diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat olacak deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek." Resulullah aleyhissalatu vesselam devamla dedi ki: "Nefsim elinde olan Zat-i Zulcelal’e yemin olsun ki, yerdeki hayvanlar onların etlerini yemek suretiyle muhakkak ki iyice semirecek ve memeleri sütle dolacaktır.” 1,2,11,53,54

Abdullah İbnu Mes’ud radiyallahu anh anlatıyor: “Mirac gecesinde, Resulullah aleyhissalatu vesselam Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa ile karsılaştı. Kıyameti aralarında müzakere ettiler. Önce Hz. İbrahim aleyhisselam’dan başlayıp ona Kıyametten sordular. Onun Kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Hz. Musa aleyhisselam’a sordular. Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz Hz. İsa aleyhisselam’a geldi. O: "Kıyametin kopmasına yakin şeyler (alametler) hakkında bana bilgi verildi. Ama Kıyametin kopma (vaktini) Allah’tan başka hiç kimse bilemez" dedi. Sonra (Kıyametin alametlerinden biri olarak) Deccal’ın çıkmasını anlattı. Şunları söyledi: "Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk memleketlerine dönecek. Bu defa onların karşısına Ye’cuc ve Me’cuc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edeceklerdir. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler. Bunun üzerine halk feryat ederek Allah’tan yardım dileyecek. Ben de Ye’cüc ve Me’cüc’u öldürmesi için Allah’a dua edeceğim. (Duam kabul görecek) ve yer onların (leşlerinin) kokusu ile çok pis kokacak. Ben yine Allah’a dua edeceğim! Allah da bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır. Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletildiği gibi yayılıp genişletilecek. İşte söylenen bu hal vukua gelince, insanlara yakınlığı itibariyle Kıyametin, ev halkı ne zaman doğumu ile aniden karsılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadın gibi olacağı bana bildirildi.”  11

Zülkarneyn Seddi’nin yıkılmasıyla yeryüzünde çok önemli olaylar meydana gelecektir ki bunlardan ilki ve en önemlisi Ye’cüc ve Me’cüc’ün binlerce, yüz binlerce ve belki de daha fazla süren mahkûmiyetlerinin sona ermesidir. Bu esaretin bitmesiyle onlarda ilk iş olarak “..…her tepeden hızla hücum edecekler.....insanların üzerine çıkacaklar ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler. ……” 1,2,11,53,54

Yeryüzünde su kaynaklarının azalması veya herhangi bir kuraklığın olması, ülkeleri, toplumları, insanları ve canlıları olumsuz yönde etkileyebilecek en önemli faktörlerden birisidir. Fakat setin yıkılmasıyla sadece bir ülke veya bir toplum değil, yeryüzünün tamamının etkilenmesi söz konusudur.

Setin yıkılması ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkmasıyla dünyayı bekleyen bir diğer önemli bir hadise ise kargaşa veya savaşlardır. Fakat bu kargaşa veya savaşlardan da etkilenecek olan, sadece bir etnik grup, bir millet veya bir toplum değil, bütün insanlar ve insanlıktır ki bunun basit iki örneği geçen yüzyıl içerisinde yaşanmıştır. Ayrıca Ye’cüc ve Me’cüc’ün sebep olacağı kargaşa veya savaşlar son derece teknolojik savaşlardır. Çünkü Hadis-i Şerifte izah edilen gökyüzü saldırılarına benzer olaylar, ancak günümüzde tanık olduğumuz ve günümüzde gerçekleşen teknolojik fiiliyatlardır.

“……onların karşısına Ye’cuc ve Me’cuc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edeceklerdir. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler………” 11

“……….İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Ye’cüc ve Me’cüc: "Biz yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık" diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat olacak deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek………” 1,2,11,53,54

Ye’cüc ve Me’cüc, her an ve her zaman yakan, yıkan, fitne çıkaran, bozgunculuk yapan, tahrip eden, saldırgan bir mizaca sahip varlıklardır. Zülkarneyn Seddi, bu nedenle, yani Ye’cüc ve Me’cüc’ün yeryüzüne verdikleri tahribatı veya bozgunculuğu engelleyebilmek amacıyla inşa edilmiştir. Bir başka değişle, Ye’cüc ve Me’cüc’ün hali, serbest kaldığı veya bırakıldığı sürece, sürekli çevresine zarar, ziyan veren ve onlara hiç dokunulmasa veya onlara karşı hiçbir engel konulmasa veya kendilerini tecrit eden engelden kurtulsalar neredeyse bütün bir ormanı ve içindekileri çok kısa bir sürede yok edecek vahşi bir yaratığa benzetilebilir. Yani onlar set inşa edilmeden öncede böyleydiler, set yıkıldıktan sonrada aynı şekilde davranmaya devam edeceklerdir. Bu nedenle setin yıkılmasından sonra meydana gelecek olan su bitmesi, kargaşa veya savaşlar gibi hadiseler Ye’cüc ve Me’cüc’den ziyade onları hapseden veya tecrit eden setin yıkılmasıyla alakalı olabilir. 

Daha sonra seller ve akabinde yeryüzünün genişlemesi ve nihayet kıyamet.

“……..Ben yine Allah’a dua edeceğim! Allah da bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır. Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yarılıp genişletildiği gibi yayılıp genişletilecek. İşte söylenen bu hal vukua gelince, insanlara yakınlığı itibariyle Kıyametin, ev halkı ne zaman doğumu ile aniden karsılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadın gibi olacağı bana bildirildi.” 11

Ve o gün geldi ve o muhteşem set yıkıldı, Ye’cüc ve Me’cüc de ortaya çıktı, su bitti, o büyük kargaşa, kaos veya savaşlar başladı, kısa bir süre sonra da güneş menzilinin son noktasındayken battığı yerden doğmaya başladı. Evet, akılların felç olduğu, mahlûkatın aciz olduğu, yapılmış ve yapılacak bütün icatların, fizik kurallarının ve hatta bütün ilimlerin hiç olduğu bir anki, güneş mutlaka battığı yerden doğacak, hem de güneş setin yıkılmasından kısa bir süre sonra battığı yerden doğacak. Hem güneş duracak ve hem de battığı yerden doğacak.

“Ye’cüc ve Me’cüc’den sonra çok geçmeden Güneş battığı yerden doğar. İnsanlara bir münadi şöyle seslenir: "Ey iman edenler! Sizlerin yaptığı (hayır ve tövbe) kabul edildi. Ey kâfirler sizlere de tövbe kapısı kapandı, kalemler kurudu, defterler kaldırıldı.” 11

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Çıkış itibariyle, kıyamet alametlerinin ilki Güneş’in battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu’l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.” 11

Hz. Ebu Zerr (ra) anlatıyor:Ben Resulullah (sav) ile birlikte, mescit de idim, o sırada Güneş batıyordu. Bana: "Ey Ebu Zerr, biliyor musun Güneş nereye gidiyor?" diye sordu.  "Allah ve Resulü, daha iyi bilir" dedim. "Arşın altında secde etmeye gidiyor. (Secde için önce) izin ister. Kendisine izin verilir. Secde ettiği halde kendisinden bunun kabul edilmeyeceği zaman yakındır. O zaman izin ister fakat verilmez, kendisine: Geldiğin yere dön ve battığın yerden doğ, denir, işte bunu şu ayet ifade etmektedir: "Güneş de (ilahi bir ayettir ki) müstakarrına (duracağı zamana) kadar cereyan etmektedir..." (36/Yasin/38). Resulullah (sav) ilave etti: "Bu (durma hadisesi) ne zamandır, bilir misin? Bu, kişiye imanının fayda vermeyeceği, artık inançsız hale geldiği zamandır.” 11

O zaman, inkârcılar hazırlıklı olsunlar ki  “Ye’cüc ve Me’cüc’den sonra çok geçmeden Güneş battığı yerden doğar……….” 11 evet o gün geldiğinde güneş mutlaka battığı yerden doğacak. ”..…Bizim ayetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.” (29/Ankebut/49)

Artık kıyamet kopmuştur, Allah (cc) hepimizi kalplerin mühürleneceği, imanların kabul edilmeyeceği o günden muhafaza etsin.

 “Güneş batıdan doğduğu vakit, kalpler içinde önceden taşıdıkları üzere mühürlenir, hafaza melekleri artık çekilir. Meleklere hiçbir amel yazmamaları emredilir.” 11

Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Güneş, battığı yerden doğmadıkça Kıyamet kopmaz. Batı’dan doğunca, insanlar görür ve hepsi de iman eder. Ancak, daha önce inanmamış veya imanın sevkiyle hayır kazanamamış olan hiç kimseye bu iman fayda sağlamaz.” 11

Güneş battığı yerden doğduğu zaman artık vakit tamamlanmıştır. Ve o an inançlıyla inançsız arasında pek bir fark kalmaz ve bir anda bütün insanlık fenafillâh[j] derecesine ulaşır. Bir saniye öncesine kadar asi kıyamda olan milyarlarca baş, gazabı gören Firavun gibi ……….”İnandım, gerçekten de…” (10/Yunus/90) Allah’tan (cc) ”………başka ilâh yoktur. Ben de ona teslim olanlardanım,…” (10/Yunus/90) diyerek secdeye kapanır. Fakat artık ne çare, süre bitmiş, hesap defterleri dürülmüş ve tövbe kapısı kapanmıştır…“Azabımızı gördükleri zaman, “Yalnız Allah’a inandık; O’na ortak koşmakta olduğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. Fakat azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanunudur. İşte orada inkârcılar hüsrana uğradılar.” (40/Mu’min/84,85)

 

Zülkarneyn Kıssasıyla ilgili Hadis-i Şeriflerin değerlendirilmesi sonucunda;

-Zülkarneyn Seddi’nin, en az 1400 yıl önce tahrip olmaya başladığı,

-Setin zamanla tahrip olarak nihayet tamamen yıkılacağı,

-Setin gece boyunca tahrip olduğu veya tesirini yitirdiği, güneşin doğmasıyla birlikte tekrar onarıldığı ve eski gücüne kavuştuğu, yani Zülkarneyn Seddi’nde sürekli düzenli günlük değişikliklerin meydana geldiği,

-Dolayısıyla güneşin, bu günlük değişiklikler yanında, setin devamlılığı, gücü, mukavemeti veya etkisi üzerine önemli bir tesirinin olabileceği,

-Set de meydana gelen bu günlük değişikliklerin, set yıkılıncaya kadar da devam edeceği,

-Setin yıkılmasından sonra çok büyük kargaşa, kaos veya savaşların başlayacağı, suyun biteceği, dolayısıyla dünyayı önemli derecede etkileyecek bir kuraklığın olacağı söylenilebilir.

 

Zülkarneyn Seddi’nin Genel Özellikleri

Zülkarneyn Seddi’nin özelliklerinin belirlenmesi veya tanımlanması amacıyla yapılan bu değerlendirmelerde, Ayet-i Kerime’lerden daha ziyade setin ana yapısal özellikleri, Hadis-i Şerif’lerden ise yapısında meydana gelen bazı değişiklikler ve bu süreçte yaşanacak hadiselerle ilgili bilgiler elde edilmiştir. Elde edilen bu veriler ise, Zülkarneyn Seddi’nin bilinen bütün mimari eserlerden çok farklı ve muazzam bir yapıya sahip olduğunu, setin yapısında zamana bağlı olarak önemli değişikliklerin meydana geldiğini ve setle yeryüzü ve üzerinde sürdürülen yaşam düzeni arasında önemli bir ilişki olabileceğini göstermektedir.

Bu veriler doğrultusunda Zülkarneyn Seddi;

I-Yapısal özellikleri,

II-Zamana bağlı olarak yapısında meydana gelen değişiklikler ve

III-Yeryüzü ve üzerinde ki yaşam düzenine etkisi veya ilişkisi olmak üzere üç ana başlık altında değerlendirilebilir.

 

I-Zülkarneyn Setinin yapısal özellikleri

-Zülkarneyn Seddi dünyada inşa edilmiştir.

-Set, en küçüğü iki dağ arası kadar bir alanda, çok hassas bir mimariyle ve temeli veya çekirdeği demir, sıvası ise bakır, demir, tunç, pirinç, kurşun veya katran gibi bir madde kullanılarak inşa edilmiştir.

-Set, çok dayanıklı veya mukavemetli bir yapıya sahiptir. Bu nedenle inşa edildiği günden kıyamete kadar yıkılmadan ayakta kalacaktır ve daha da önemlisi,

-Bu set hala inşa edildiği ilk gün ki gibi muhafaza ediliyor olabilir.

 

II-Setin yapısında zamana bağlı olarak meydana gelen değişiklikler

-Zülkarneyn Seddi, inşa edildiği günden kıyamete kadar, yani çok uzun bir süre fonksiyonunu sürdürmeye devam edecektir.

-Set, gece boyunca tahrip olan veya etkisi azalan, güneşin doğmasıyla birlikte tekrar onarılabilen bir yapıya sahiptir. Yani sette düzenli günlük değişiklikler meydana gelmektedir ve bu değişiklikler de set yıkılıncaya kadar sürekli meydana gelecektir.

-Bu nedenle güneşin, bu değişiklikler yanında, setin devamlılığı veya gücü üzerine önemli bir etkisinin olabileceği ve

-Setin, en az 1400 yıl önce tahrip olmaya başladığı, henüz yıkılmamışsa bu tahribatın halen daha devam ettiği söylenilebilir.

 

III-Setin yeryüzü ve üzerinde ki yaşam düzenine etkisi veya ilişkisi

-Zülkarneyn Seddi’nin, iyileri kötülerden, mağdurları zalimlerden ayıran ve koruyan bir özelliği vardır.

-Ayrıca setin yıkılmasından sonra, kargaşa, savaş, kuraklık gibi dünya düzenini alt üst edecek olaylar zinciri başlayacak ve daha sonra da kıyamet kopacaktır. Bu nedenle Zülkarneyn Seddi ile dünya düzeni, sosyal olaylar, bu olayların gelişmesi ve biçimlenmesi veya düzenlenmesi arasında önemli bir ilişki olabileceği söylenilebilir.

 



[a] Gelecekte olacak olaylar

[b] Kuran-ı Kerim’in açıkça anlaşılamayan kısımları

[c] Kuran-ı Kerim’in açıkça anlaşılabilen bölümleri

[d] Farklı mana verme

[e] Bu meal, müteahhirîn âlimlerine göredir 22

[f] Gerçek manaları

[g] İlimde derinleşmiş, bilgileri sağlam

[h] Açığa çıkarır veya ortaya koyarlar

[i] Resulullah’ın (sav) Mirac’a seyrü-sefer eylediğine inanmayan müşrikler, ona koşarak; 

-Ya Ebubekir!  Senin arkadaşın bir gecede Mekke’den Mescidi Aksa’ya, oradan da göklere çıktığını ve tekrar buraya döndüğünü söylüyor. Dediklerinde o iç düşünmeden;

- O diyorsa doğrudur, demiştir.

 [j] Fenafillâh: Allah'ın varlığı içinde yok olma.

Pozitif Bilimler Yönünden Zülkarneyn Seddi

  Pozitif Bilimler Yönünden   ZÜLKARNEYN SEDDİ MEHMET ALİ NUR Rahman ve Rahim olan Allah’ın (cc) adıyla Yoktan var eden, evreni yaratıp ge...