Kur’an-ı Kerim Yüce Yaratıcının (cc) bir
kelamıdır ve ”……Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir…….” (12/Yusuf/111)
Cenâb-ı
Hak (cc), Kuran-ı Kerim’in niteliklerini ve bu kitabın anlaşılabilmesi için
gerekli olan şartları veya koşulları en baştan ortaya koymuştur. Bu kıstas veya
koşulların ise zamana, mekâna, topluluklara veya bireylere göre faklılık arz
etmesi veya değişiklik göstermesi mümkün değildir. Bununla birlikte Zülkarneyn
kıssasıyla ilgili yazılan kaynaklar, kronolojik olarak değerlendirildiğinde,
konuyla ilgili belirsizliklerin izahı bir yana, yapılan her yorumun konuyu
biraz daha çıkmaza sürüklediği, daha doğrusu bireysel zafiyetlerin Kur’an-ı
Kerim’e yüklenmeye çalışıldığı görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’i bir cümle,
kendisini son nokta gibi farz eden ve aslında aczin çırpınışlarının kötü bir
yansıması olarak ortaya çıkan bu çıkışların ise inançlı ve inançsız insanlar
üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı hiç düşünülmemiştir. Hâlbuki asıl gaye
Rıza-yı İlahi, asıl muhatap ise Cenâb-ı Hakk’ın (cc) bizzat kendisidir.
Evet, yaşadığımız şu çağda dahi
Zülkarneyn kıssasıyla ilgili birçok şeyin anlaşılamadığı ve birçok şeyin hala
belirsizliğini korumaya devam ettiği görülmektedir. Bunlar içerisinde belki de
üzerinde en fazla durulan veya irdelenen husus ise Zülkarneyn’in kimliği veya
kim olduğudur. Günümüze kadar, bu konuyla ilgili çok farklı görüşler ileri
sürülmüş olmasına rağmen, maalesef tarih içerisinde Kur’an-ı Kerim’de anlatılan
Zülkarneyn kimliğine, şahsiyetine veya vasıflarına uyan bir hükümdar veya
kişilik bulunamamıştır. Ve Zülkarneyn şudur denildiği anda inşa edilen set, set
şudur denildi anda Ye’cüc ve Me’cüc konusunda sürekli bir sıkıntıya
girilmiştir.
Peki, böyle bir şahsiyetin tarih
içerisinde saklı kalması, belirlenememesi veya tanınmaması ne kadar mümkündür?
Eğer mümkün değilse, acaba bir değerlendirme veya yöntem hatası mı
yapılmaktadır? Veya Zülkarneyn yanlış zaman, yanlış mekân ve yanlış yerlerde mi
aranmaktadır?
Peki, dünya tarihi bir yana, insanlık
tarihinden dahi çok yeni olan tarih ilmi bu soruların ne kadarına cevap
verebilir?
Kur’an-ı Kerim’de, Zülkarneyn hakkında
sorulan sorular üzerine, cevap olarak daha ziyade yaptığı hizmetlerin
anlatıldığı bir kıssa indirilmişken, Zülkarneyn’in kim olduğu o kadar da önemli
midir? O zaman, Zülkarneyn kimliği veya Zülkarneyn olduğu iddia edilen şahıslar
üzerinde durmak yerine, kıssada anlatılan diğer konular üzerinde çalışmalar
yapmak daha doğru bir tutum veya davranış olmaz mı?
Hz
Ali’den (ra) rivayet edilen “Zülkarneyn, salih bir kul idi ki Allah’ı (cc)
sevmiş, Allah da (cc) onu sevmişti” 24
cümlesi, bu konuyu en baştan gayet kısa, gayet açık ve gayet net bir şekilde
açıklamıyor mu? Tabi ki Zülkarneyn’in kimliği de, yaptığı eser de, yolculukları
da araştırılmalıdır. Fakat yapılan araştırmalar maalesef konuyu bu cümleden bir
adım dahi ileri götürememiştir. Ve bazen o kadar sabırsız davranılmış, o kadar
aşırıya gidilmiştir ki, çaresiz kalındığı noktalarda ise Allah'ın (cc) Kitabı
ve Resulünün (sav) sünneti bir kenara bırakılarak, bazen isrâiliyât kaynakları,
bazen de bilim dışı 1,4,9,11,25 mesnetsiz bilgilerin tesiriyle çok
farazi yorumlar yapılmıştır. Bu yüzden Zülkarneyn gömleği, kimi zaman Kur’an-ı
Kerim’de anlatılan Zülkarneyn şahsiyetiyle hiç bir ilişkisi olmayan, inançsız
ve zalim birilerine giydirilmeye çalışılırken, kimi zaman da inşa ettiği set
tamamen hayali, mesnetsiz benzetmelere maruz kalmıştır.
Zülkarneyn,
her vasfıyla üstün ve yaptığı vazifeler nedeniyle o kadar özel bir kuldu ki,
Allah (cc), onu akılların alamayacağı ve belki de yaşadığımız şu çağda dahi
hayal edilemeyecek bir teknoloji, bilgi, beceri ve vasıtalarla, yani her
imkânla donatmış ve ona yeryüzünün hâkimiyetini, elde etmek istediği her şeyin
bir yolunu ve imkânını nasip etmiştir. 1,3-10,12-15,18-20,26-30
Âlemlerin
Rabbi (cc), bir kulunu yeryüzünde kudret sahibi etmişse, yapılacak iş ve görev
de o nispette büyük ve önemlidir.
Allah
(cc) bir kulunu yeryüzünün hâkimi etmişse, ona verilen kudretin, imkânların
veya teknolojinin sınırlarının veya boyutlarının bilinmesi veya idrak edilmesi
de kolay değildir. Ve böylede olmalı ki Zülkarneyn Kıssasıyla ilgili yüzlerce
yorum yapılmasına rağmen hala net bir sonuca ulaşılamamıştır.
“Biz onu
yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.” (18/Kehf/84)
Allah (cc), Zülkarneyn’i kudret sahibi kılmış, oda üç ayrı istikamette hareket ederek farklı farklı kavimlerle karşılaşmış, farklı olaylara şahit olmuş ve sonuçta muhteşem bir set kurmuştur.
Hz.
Peygamber'in (sav), "O, dünyanın iki
karnini, yani doğusunu batısını dolaştığı için bu adı almıştır" dediği
rivayet edilmektedir. 10 Yine Karn sözcüğü, hem boynuz hem nesil,
hem devir, hem çağ ya da yüz yıl gibi anlamlar taşıdığı için, Zülkarneyn
tabirinin, iki boynuzlu adam dışında, iki çağın veya devrin adamı anlamlarına
gelebileceği de belirtilmektedir. 4,12 Bu nedenle, şu anda
anlaşılması imkânsız olsa dahi Zülkarneyn’in, iki farklı çağı, iki farklı devri
veya iki farklı zamanı görmüş ve yaşamış birisi olabileceği de göz önünde
bulundurulmalıdır.
“Biz onu
yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik. O da
bir yol tuttu. güneş’in battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su
gözesinde batar buldu……….” (18/Kehf/84-86)
Zülkarneyn’in
ilk gittiği yolun sonu, güneşin battığı yere ulaşıyor. Zülkarneyn güneşi siyah
balçıklı bir su gözesine benzer bir yerde batarken ve batmadan önce görüyor.
Belli ki güneş henüz batmamış, fakat batacak ve batması için de belli bir
sürenin geçmesi gerekiyor. “Balçıklı bir göze içine batıyor” gibi görüldüğüne
göre; etrafı ya karayla kaplı bir su birikintisi veya deniz veya iç denizin
kenarından izlenebilen güneşin batışı 3-10,12-15,18-20 veya kıyamete
yakın bir dönem de tanımlanıyor olabilir. Çünkü güneş bir gün Zülkarneyn’in
gittiği bu istikametten, yani güneş battığı yerden doğmaya başlayacaktır.
“Güneş’in battığı
yere varınca,………. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya
da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik. Zülkarneyn, “Her kim zulmederse,
biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik
bir azaba uğratır” dedi. “Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona
mükâfat olarak daha güzeli var. Ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (18/Kehf/86-88)
Zülkarneyn’in
karşılaştığı bu kavmin büyük bir çoğunluğu belli ki inançlı değil. 3-10,12-15,18-20
Fakat ister doğu olsun, ister batı olsun her iki istikamette de inançsız
topluluklar yok mudur? Peki, neden özellikle güneşin battığı yerde bu
niteliklere sahip bir kavimden bahsedilmiştir? Ve Zülkarneyn neden önce güneşin
doğduğu yere değil de battığı yere gitmiştir?
“Sonra yine bir
yol tuttu. Güneş’in doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle Güneş arasına örtü
koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (18/Kehf/89,90)
Evet,
güneşle dünya arasında perdeler vardır. Bu perdeler bir elbise, bir ev, bir
ağaç, bir bulut, dağ, tepe, uzun bir gece, 3-10,12-15,18-20 atmosfer
ve manyetosfer[a]
olabilir ki, bunlardan son ikisi beklide dünya ile güneş arasına konulabilecek
en önemli perdelerdir.
Aslında
gece de önemli bir perde olarak düşünülebilir. Fakat gece süresi dünyanın her
bölgesinde farklı farklıdır ve ekvatordan
kutuplara gidildikçe gece ile gündüz arasındaki fark da giderek artar. Ve bu
perdeden kasıt eğer gece ise; günümüz şartlarında, güney ve kuzey 49.
paralelleri arasında, bu perde bir yıl boyunca 13-15 saat, 49. paralellerden
sonra 6 ay boyunca 20 saat, 66. paralellerden sonra (kutuplarda) yaklaşık 6 ay
kadar kalkar ve güneş doğrudan dünyaya doğar. Yani dünya üzerinde gecenin de
sürekli perde olabileceği bir bölge yoktur. Dolayısıyla dünyanın manyetik alanı
(manyetosfer) veya atmosfer “doğrusunu Allah (cc) bilir ama” dünya ile güneş
arasına konulabilecek en önemli perdelerdir.
Ayrıca, Zülkarneyn burada da bir kavimle karşılaşmıştır. Fakat bu toplum çok iyi özelliklere sahip olduğu için mi, yoksa güneşle aralarında bir perde konulmadığından zaten bir sıkıntı veya ızdırap içinde oldukları için mi, doğrusunu Allah (cc) bilir ama Kuran-ı Kerim’de onların sadece bulundukları durum veya ortamla ilgili bilgi verilmiştir.
“Sonra yine bir
yol tuttu. İki dağ arasına ulaşınca…….” (18/Kehf/92,93)
Zülkarneyn
üçüncü yolculuğunda iki dağın bulunduğu bir yere gitmiştir. Fakat Kur’an-ı
Kerim’de bu dağların yeri hakkında da bir bilgi verilmemiştir.
Zülkarneyn,
”İki
dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk
buldu. (18/Kehf/93) Zülkarneyn’in karşılaştığı bu topluluk, belki farklı bir
dilde konuştuğu için, belki zekâları noksan 4,5,12 veya ilkel bir
kavim oldukları için 9 söz anlamayan 3-5, 9,12 ve kendi
söylediklerini başkalarına anlatamayan 3 ve belki de henüz
anlayamadığımız farklı bir nedenden dolayı Zülkarneyn’le iletişim problemi
yaşayan bir kavimdi. Eğer Allah (cc) Zülkarneyn'e her şeyden bir sebep (vasıta)
vermemiş olsaydı onlara söz anlatamayacak, onlar da dertlerini izah
edemeyeceklerdi.
“Dediler ki: “Ey
Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla
bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?” (18/Kehf/94)
Tarihin
her döneminde, bozgunculuk yapan, fitne çıkaran, düzeni bozan, ayrımcılık
yapan, insanları, aileleri ve hatta ülkeleri bir birbirine düşüren; insan,
grup, toplum veya millet yok mudur? Bunların aynı millet, aynı toplum, aynı
grup ve hatta aynı aileden olmaları da gerekmez. Evet, bunlar tarihin her
döneminde olmuş ve olabilecek şeylerdir. Fakat Ayet-i Kerime’lerde kastedilen
bunlardan ziyade, Zülkarneyn’in inşa ettiği setin yıkılmasından sonra ortaya
çıkacak fitne veya bozgunculuktur.
Belki
de bilinen tarih içerisinde fitne veya bozgunculuk bu gün ki kadar yaygın ve
şiddetli, sıkıntı veya ızdırap verici olmamıştır. O zaman beklenen fitne veya
bozgunculuk döneminde mi yaşıyoruz diye düşünülebilir. Eğer öyleyse, o zaman
Zülkarneyn Seddi ne zaman yıkılmıştır ve bu setin kalıntıları nerededir? Eğer
yıkılmamışsa o zaman bu set hala nerededir?
“Dediler ki: “Ey
Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla
bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle
yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi. “Bana
demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu bir hizaya
getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor yapınca da, “Bana erimiş bakır
getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi. Artık onu ne aşabildiler, ne de
delebildiler. Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir dedi.” (18/Kehf/94-98)
Zülkarneyn
bu iki topluluk arasına öyle bir engel koydu ki, Ye’cüc ve Me’cüc’ün bu engeli
Cenâb-ı Hak (cc) dileyinceye kadar, yani kıyamete kadar ne geçmeleri ne de
yıkmaları mümkün değildir. Evet, Zülkarneyn Allah’ın (cc) izniyle öyle bir
engel yapmıştır ki bu engel kıyamete kadar ayakta duracaktır. Zülkarneyn öyle
bir engel yapmıştır ki, bu engel insanlığı ve yeryüzünü Ye’cüc ve Me’cüc’ün
şerrinden korumaktadır. Ne zamana kadar? ”……Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder.
Rabbimin vaadi gerçektir” dedi. O gün biz onları bırakırız, dalga dalga
birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya
getiririz.” (18/Kehf/98,99)
“Nihayet Ye’cüc ve
Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. Gerçek vaad (kıyametin
kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp dona
kalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim
kimselermişiz” derler.” (21/Enbiya/96,97)
Anlaşılacağı
gibi, Zülkarneyn kıssasında, tesiri veya etkisi geçmişten başlayan ve kıyamete
kadar da sürecek olan birçok hadise anlatılmıştır. Bunlardan Zülkarneyn’in
kimliği ve yolculukları, karşılaştığı kavimler gibi olaylar tarihin
derinliklerinde “-bir sırmış gibi-” kalırken, Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması gibi
durumlar ise geleceğe hitap eden ve ancak kıyamete yakın bir dönemde zuhur
edecek olaylardır. Bu nedenle, bu olayların şu anda tekrar irdelenmesi afakî
kalacak ve belki de konuya çok fazla bir katkı sağlamayacaktır. Buna karşılık,
Zülkarneyn’in yaptığı bir eser vardır ve bu eser yıkılacağı güne kadar ayakta
kalacaktır. Bu nedenle, eğer yıkılmışsa kalıntıları, yıkılmamışsa bütün
azametiyle gözümüzün önünde olan, fakat bir türlü göremediğimiz bu setin
araştırılması veya bulunması, diğer konulara nazaran daha kolay ve daha
anlamlıdır. Ve belki cevapsız kalan birçok soru, bu setin bulunmasıyla cevap
bulacak ve belki de bu setin kendisi bizzat bu soruların cevabı olacaktır.
Öyle
de, insanları ve dünya düzenini Ye’cüc ve Me’cüc’ün bozgunculuğundan koruyan ve
kıyamete kadar da koruyacak olan, yıkılmasıyla da hem mahlûkatın hem de
dünyanın sonunu getirecek olan bu muhteşem eser nerededir?
“Rahmân, Kur’an’ı
öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (55/Rahman/1-3)
O
zaman Rabbinin (cc) ilk mesajı olan,
“Yaradan
Rabbinin adıyla oku!” (96/Alak/1) Oku,
Rabbinin (cc), Kur’an-ı Kerimi kime öğrettiğini öğrenmek için oku. Oku,
Rahman’ın (cc) kudretini, yüceliğini, azametini ve şanını öğrenmek için oku.
Oku müminin kayıp hazinesini tekrar bulabilmek için oku.
Oku
ama onlar gibi değil “Yaradan Rabbinin adıyla oku!” (96/Alak/1)
Oku,
ama “……Biz
Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık……” (6/En’am/38) şuuruyla ve bilinciyle oku.
Oku,
sadece ”Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun
kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da
bulamazsın.” (18/Kehf/27)
Kur’an-ı
Kerim 1400 yıldır tek bir eksiği olmadan karşımızda durmaktadır.
“Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik
biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” (15/Hicr/9)
Daha
da önemlisi Kur’an-ı Kerim Yüce Yaratıcının bir kelamıdır ve içinde kesinlikle
rast gele ve tesadüfî bir bilginin olması mümkün değildir. Bu nedenle bu
soruların cevabı mutlaka vardır ve böyle de olmalıdır. ”Allah size
kitabı, içinde her şey inceden inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah'tan
başkasını mı hakem isteyeceğim?...” (6/En’am/114), inancıyla,
bilinciyle ve ruhuyla, Kur’an-ı Kerim’in mucizevî muhtevasını anlamak,
hissetmek, O’ndan hisselenmek ve O’nun mucizevî düzeyine erişebilmek için, “Rahman, Kur’an’ı
öğretti.” (55/Rahman/1,2)
anlayışıyla tabiat kitabını daha iyi gözlemleyerek, kâinata öğretilen Kur’an-ı
Kerim’i, hakkıyla okuyup, anlayarak, bu soruların cevapları bulunabilir.
Ve
bu set geç olmadan bulunmalı ve bulunmak da zorundadır. Çünkü ”Onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden
başka bir şey beklemiyorlar. Muhakkak onun alametleri gelmiştir (ama öğüt
almıyorlar). Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları kendilerine ne
fayda verecek?” (47/Muhammed/18)
Kur’an-ı
Kerim’in bütün hükümleri zaman ve mekânla kayıtlı olmayıp bütün zaman ve
mekânlarda geçerlidir. 33 Dolayısıyla diğer konular gibi Zülkarneyn
Seddi’de, özellikle ve öncelikle Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif’ler ve
Müslüman’ın kayıp hazinesi olan akıl, mantık ve bilim çerçevesinde
değerlendirilmelidir.
Yüzlerce
veya binlerce yıldır gömülü bir elmasın bulunabilmesi için belki bir harita yeterli
olabilir, fakat elmasla kömür arasında ki fark bilinmiyorsa, o zaman bir değil
binlerce haritanın olması neye yarar? Kayıp bir çocuk bile verilen eşkâlle
aranmıyor mu? Eşkâlle bulunan çocuklar arasından, şu bizim ki denilmiyor mu? O
zaman, Zülkarneyn’in kayıp hazinesinin bulunabilmesi için de öncelikle onun
tanımlanması, tanınması veya eşkâlinin çizilmesi gerekmez mi? Bu yüzden,
Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerde, bu setle alakalı ne kadar bilgi varsa,
bunlar mümkün olduğu kadar teferruatlı bir şekilde değerlendirilmeli ve
öncelikle setin özellikleri ortaya konulmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder