Pozitif Bilimler Yönünden
ZÜLKARNEYN SEDDİ
MEHMET ALİ NUR
Rahman ve Rahim olan Allah’ın (cc) adıyla
Yoktan var eden, evreni yaratıp genişleten ve
yörüngelerle donatan, göğü direksiz olarak yükselten, yedi kat halinde
düzenleyen ve korunmuş bir tavan kılan, kendisinde çetin bir sertlik ve
insanlar için yararlar bulunan demiri indiren, yeri yaran, yayıp döşeyen, orada
sabit dağlar ve nehirler meydana getiren, sonra insanı yaratan, bakireyi,
kısırı ve yaşlı kadını evlat sahibi eden, ölüden diriyi diriden ölüyü çıkaran,
yarattığı her şeyi insanlığın hizmetine sunan ve bunlar gibi nice mucizeye
şahit olmayı bize nasip eden, yeryüzünü O Mübarek Peygamberiyle (sav)
onurlandıran ve bizleri son ilahi kaynak olan Kur’an-ı Kerim’le muhatap eden,
iki doğu ve iki batının, doğuların ve batıların Rabbi Şanı Büyük Yüce Allah’a
(cc) hamd, Peygamberi ve Nebisi ve insanlığın yüz akı, güzel ahlakın temsilcisi
Hz Muhammed Mustafa’ya (sav), âline ve ashabına salât ve selam olsun.
Çağ bilim çağı, çağ ilim, irfan ve teknoloji çağı, çağ
bütün insanların doğru bildiklerini yeniden gözden geçirme, inandıklarını
tekrar analiz etme ve değerlendirme, hakikatleri görme, inanma, yaşama ve
yaşama geçirme çağı ve çağ aslında her bireyin inançlarıyla ve dinleriyle
yüzleşme çağıdır. İnsanlar yaratıldığı günden beri, bu hakikatleri, kendini, çevresini,
evreni, evrende olup bitenleri anlama, sırlarını çözme gayreti veya çabası
içerisindedirler. Bu gayret ve çabalarının sistemli bir şekilde yürütülmesi ise
bilimin doğuşuna neden olmuştur.
Bilim, önyargısız, tutarlı, rasyonel ölçülerde en güzeli,
en doğruyu ve en mükemmeli arama ve bulma, anlama ve doğrulamanın bir metodu,
dünyayı, evreni, yaratılışı ve dolayısıyla yaratıcıyı tanıma ve idrak etmenin
en önemli yollarından birisidir. Bu nedenle bilimin gerçek ilahi irade, gerçek
din ve o dinin hakikatleriyle çatışması veya zıt düşmesi mümkün değildir. Bu
yönüyle bilim bir bakıma insanlara, kendilerini, yaşamlarını, doğru
bildiklerini ve inançlarını tekrar gözden geçirme ve değerlendirme fırsatını da
sunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim, dünya ve ahiret saadetini getiren,
itikat, amel ve ahlak esaslarını ortaya koyan, bilimsel muhtevasıyla da
astronomiden tıbba, arkeolojiden fiziğe, tarihten biyolojiye kadar birçok ilmi
sahaya ilahi bir maneviyat kazandırarak, ortaya koyduğu akli delillerle bizzat
gaybı idrak ettiren ulvi bir kitap ve beşeriyete bahşedilmiş ebedi bir
mucizedir.
”Gerçekten
onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere
açıkladığımız bir kitap getirdik.” (7/Araf/52)
Artık akıl rehber, tarih şahit, bilim bu asırda en iyi
müfessir, belki son vasıta ve belki de insanlık için son fırsat ve yapacağı
tefsirin inkârı ise en büyük cehalettir. Ki asrımızda meydana gelen bilimsel
gelişmeler de Kur’an-ı Kerim hakikatlerini bütün boyutlarıyla gözler önüne
sergilemektedir. Ve özellikle yakın dönemde kabul edilen veya ispatlanan
bilimsel keşiflerin, bu ilahi kaynakla buluşması ve bu ilahi kaynakta kemal
bulması, insanların ve bilim dünyasının yine Kur’an-ı Kerim’e yönelmesine neden
olmaktadır. Hem de Cenâb-ı Hakk’ın (cc) ”İleride Biz onlara hem ufuklarda, hem kendi
nefislerinde delillerimizi öyle göstereceğiz ki, sonunda onun gerçek olduğu
kendilerine açıkça belli olacak. Rabbinin her şeye şahit olması kâfi değil mi?”
(41/Fusssilet/53) Ayet-i Kerimesini, ısrarla kanıtlama gayretiyle,
asırlardır inanılmayan veya inkâr edilen Kur’an-ı Kerim hakikatlerini, bu gün
bilim, tek tek gün yüzüne çıkarıyor ve yine büyük bir gayret ve çaba ile
bunları doğrulamaya ve ispatlamaya çalışıyor.
Bütün ibreler Kur’an-ı Kerim’i gösteriyor ve bu bilgi
çağında atılan her adım yine O’nu takip ediyor. Bu nedenle bilimsel bir makale
veya kitap okuyup da, Kur’an-ı Kerim’den bir sayfa okuduğu hissine kapılmayan
veya mütalaa edipte, bu ilahi kitapla bağdaştıramayan bir aklıselim yoktur. Ve
gelinen şu noktada denilebilir ki, eğer ahiret ve ahiret hayatı olmasaydı ve
asıl gaye dünya olsaydı, yeryüzünde ebedi ve en güçlü medeniyet, bu kitabın
hakikatlerini kavrayan ve kabul eden bir toplumun olurdu. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in
bilimsel mahiyetinin sadece cüzi bir kısmına vakıf olan toplumlar bile, bugün,
medeniyetlerinin en üst seviyelerini yaşamaktadırlar. Bu nedenle, Kur’an-ı
Kerim’i hakkıyla okuyan, analiz eden, anlayan, inanan ve inandıklarıyla amel
eden bir toplumun yeryüzünde gelmiş geçmiş en muhteşem uygarlığı kuramayacağını
düşünmek ne kadar büyük bir cehalet ve cesaretse, şu fani dünyada dahi muazzam
bir medeniyeti işaret eden bu kitabın gerçek ilahi kitap olmadığını söylemek de
o derece büyük bir cehalet, cesaret ve hatta gaflet olacaktır.
“Bu
Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (38/Sad/29)
Kur’an-ı Kerim, düşünülsün, değerlendirilsin,
araştırılsın, anlaşılsın, öğüt alınsın ve iman edilsin diye indirilen, her
yönüyle düşünceye, akla, ilme ve bilgiye açık ilahi bir kaynaktır.
Ve ”…Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir…….”
(12/Yusuf/111)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder