“Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık……” (18/Kehf/84)
“Sonra yine bir yol tuttu.” ve ”İki dağ arasına
ulaşınca,….” (18/Kehf/92,93) orada
bir set inşa etti.
Zülkarneyn Seddi, dünyada iki dağ arası
veya benzeri bir yerde inşa edilmiştir ve bunun aksini söyleyen ve hatta ima
eden bir tefsir âlimi de yoktur. 1-10,12-15,18-21 Fakat bu Ayet-i
Kerime’lerin nüzulünden beri 1400 yıl geçmiş olmasına rağmen ve dünya bir yana,
uzayın en ücra köşelerinin dahi keşfedilmeye başlandığı şu teknoloji çağında,
bu set neden hala bulunamamıştır, diyenler veya düşünenler olabilir.
O
zaman onlara denilir ki, Cenâb-ı Hak (cc) buyuruyor ki;
“……Biz Kitap’ta
hiçbir şeyi eksik bırakmadık……” (6/En’am/38)
“Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar
mı?” (4/Nisa/82)
“Andolsun ki, onların kıssalarında üstün akıl
sahipleri için ibret vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir……….” (12/Yusuf/111)
Onlara
şöyle de denilebilir. Evet, bu Ayet-i Kerime’lerin 1400 yıl önce indirildiği
de, bir teknoloji çağında yaşandığı da doğrudur. Fakat bu bilgi ve teknoloji
çağında, hem de binlerce üniversite ve bilim adamı varken ve ilmin her alanında
da bu kadar ilerlemeler kaydedilmişken, bu Ayet-i Kerime’ler kaç defa bilimsel
bir zeminde değerlendirilmiştir? Modern ve çağdaş dediğimiz şu asırda, kaç akıl
sahibi, aklını, bu rahmet dolu zahmete sokmuştur?
“Unutulmamalıdır
ki, abdestsiz ele alınamayan bu kitap, hiçbir zaman cehalet, gericilik veya bir
mücrim kitabı olamayacağı gibi, bilim dışı, akla ve mantığa sığmayan mesnetsiz
fantezilerin de kaynağı olamaz.”
Peki,
yaratılmış olanı Yaratandan başka kim daha iyi bilebilir? Ya O’nun (cc)
yaratmadığını kim nasıl keşfedebilir? Dolayısıyla dünyada veya kâinatta her ne
icat edilmiş, her ne keşfedilmiş ve her ne bulunmuş olursa olsun, O’nun (cc)
izniyle yapılan bu icraatlar ancak Yüce Yaratıcının Hâlıkiyet ismine ve
saltanatına şahit olmaktan başka bir şey değildir.
“Bilmez misin ki, kuşkusuz Allah gökte ve
yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitapta (Levh-i
Mahfuz'da) dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır.” (22/Hacc/70)
Ve
yapılmış veya yapılacak olan bütün icatlar, bütün keşifler ve bütün ilimler
ister inançlı, ister inançsız olsun, bütün insanları aslında Malik'ül Mülk'e (cc) götürür. Fakat
“……Onların kalpleri vardır; anlamazlar,
gözleri vardır; görmezler, kulakları vardır; duymazlar……” (7/Araf/179)
Zülkarneyn, dünyada, iki dağ veya benzeri bir
yerde bir set inşa etmiştir. Hem de temeli veya iskeleti demirden bir set inşa
etmiştir. Eğer Allah (cc) böyle dilemiş ve bu setin bu şekilde inşa edildiğini,
kullarına ve kâinatına ilan etmiş ve duyurmuşsa, o zaman bu setin temeli ne
taş, ne toprak, ne alçı, ne tahta, ne toz, ne de buluttur, bu setin temeli
mutlaka O’nun (cc) dilediği ve yarattığı
gibi demirdendir.
Demir
ismi, Latince demir anlamına gelen ferrumdan gelmektedir. Simgesi Fe, atom
numarası 26, kütle numarası 55,847, erime noktası 1535
Demir,
manyetizmanın[a] bütün
özelliklerini en iyi şekilde gösteren ve yeryüzünde bu özelliklere sahip en
fazla bulunan maddedir. 57,58 Bu nedenle bu özelliklere sahip olan,
nikel, kobalt gibi maddelerin hepsine ferromanyetik maddeler adı verilmektedir.
59-64 Bu metal genellikle yerkabuğunda diğer elementlerle birlikte
bileşik halinde bulunmaktadır. 57,58 Ayrıca dünyanın çekirdeğinin de
demirden olduğu belirtilmektedir.
Demir,
aynı zamanda uzayda da oldukça bol miktarda bulunan bir maddedir. Uzayda ki
mevcut bütün demirin, milyarlarca yıl önce süpernova adı verilen, yıldızların
patlamasıyla oluştuğunu ileri sürülmektedir. Bu yıldızlar bilinen en büyük
yıldızlardır ve bunların güneşten en az 50 kat daha büyük olduğu ifade
edilmektedir. Bütün yıldızlar gibi bu yıldızlarda temel enerji kaynağını,
nükleer[b]
veya füzyon[c]
(çekirdek birleşmesi) reaksiyonlarından sağlamaktadırlar. Bir başka değişle,
bütün yıldızlar enerjilerini, helyum ve hidrojen gibi hafif elementleri yakarak
sağlarlar. Bu reaksiyonların sonucunda daha ağır elementler oluşmaya başlar.
Dolayısıyla tükenen her yakıtın ardından daha ağır bir atom yakıt olarak kullanılır
ve bu işlem en kararlı element olan demir oluşuncaya kadar devam eder. Bu
nükleer reaksiyonlar süresince oluşan demirin kütlesi de giderek artar. Fakat
bir süre sonra bu büyüme sona erer. Bu safha yıldızın ömrünün sona ereceğini
gösteren son noktadır.65 Bundan sonra, yani, demirin üretim
fabrikaları olarak kabul edilen bu yıldızlar, enerji sağlayabilecekleri bütün
elementleri tükettikten sonra, demiri yakıt olarak kullanılmaya çalışırlar.
Fakat demir çok ağır ve sert bir yapıya sahip olduğu için, bu reaksiyon
yıldızın patlamasına neden olur. Süpernova patlaması ismi verilen bu patlama
ile yıldızın bünyesindeki bütün elementler uzaya yayılır ve böylece nebula[d],
gaz ve toz bulutları meydana gelir. Bunlar da yeni gezegenlerin ve yıldızların
oluşumuna neden olurlar. 57,66,67 Söz konusu bu nükleer reaksiyonlar sonucunda güneş gibi küçük
yıldızlar ancak hafif elementleri oluşturabilirken, demir ve benzeri ağır
elementler, güneşten çok daha büyük yıldızlar tarafından oluşturabilir. 57,66,67
Bu nedenle güneş sisteminde ki mevcut demirin dış uzaydan geldiğine
inanılmaktadır.
Demir,
tarih boyunca da büyük öneme sahip olmuş ve bir çağa adını vermiş bir metaldir.
Tarihte ilk işlenen ve kullanılan metallerden birisi olması nedeniyle, demirin
medeniyetlerin ilerlemesi veya gelişmesinde çok önemli bir etkisi veya rolü
olmuştur. 57,58 Geçmişte olduğu gibi bugünde uygarlığın vazgeçilmez
bir unsuru olarak kabul edilen demir, 58 günümüzde özellikle
inşaatlarda; beton kolon, kiriş ve yüzeylerin güçlendirilmesinde, çelik sanayinde
ana hammadde olarak, 55-57 makine, otomobil, gemi gövdesi, köprü, 57
lokomotif, demir yolları 58 vs ve çeşitli aletlerin yapımında
kullanılmaktadır. 57
Demir,
aynı zamanda, bütün canlılar içinde hayati öneme sahip bir mineraldir. Vücut
tarafından üretilemediği için dışarıdan besinlerle alınması gerekir. Erişkin
bir insanın vücudunda yaklaşık 3,5 gr demir vardır. Bunun yaklaşık 2/3’ü
kırmızı kan hücrelerinde hemoglobin adı verilen proteinlerde bulunur ve
oksijenin dokulara taşınmasında önemli bir rolü vardır. Bu nedenle demir
eksikliği olan vakalarda anemi (kansızlık), zayıflama ve çabuk yorulma gibi çok
ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. 58
Ve
Cenâb-ı Hak (cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor ”…Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için
(çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik...” (57/Hadid/25)
Sunulan
bilimsel çalışmalarla uyumlu olarak, demirin en önemli özelliklerini, yani
demirin ne kadar faydalı bir element olduğunu, yaratılışını ve yeryüzüne
indirilişini izah eden bu Ayet-i Kerime, aynı zamanda Zülkarneyn Seddi’nin
yapımında kullanılan demirin kaynağı da açıklar niteliktedir.
Bununla
birlikte bu kadar faydalı ve yaralı bir madde olmasına karşılık, demir, çevresel faktörlere son derece
duyarlı, oksijenle kolayca reaksiyona girerek okside olan, paslanan ve
korozyona uğrayan bir metaldir. 68 Demir, nemli hava veya oksijenden
zengin suyla temas ettiği zaman çürümeye başlar. Üzerinde önce ince bir oksit
tabakası oluşur. Bu oksitlenme kendini renk değişikliğiyle gösterir. Bir süre
sonra demirin üzerinde girintiler ve delikler oluşur. Böylece yavaş yavaş
tahrip olmaya başlayan bu metal sonuçta kolayca kırılabilecek ve hatta
parçalanabilecek kadar zayıflar. Bu nedenle demirin nem ve diğer dış
etkenlerden korunabilmesi için koruyucu farlı bir tabakayla kaplanması gerekir.
58
Bu
bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi’de aynı amaçla, bakır, katran veya
diğer malzemelerin herhangi birisiyle kaplanarak inşa edilen demirden bir yapı
veya bina olarak düşünülebilir. Fakat tefsir ve meallerde setin ana yapısının
demirden olduğu açıkça izah edilmiş olmasına rağmen, 1-10,12-15,18-21,26-30,33-52 bu yapı
üzerine eritilerek dökülen madde konusunda tam bir fikir birliği yoktur. Bazı kaynaklarda bu
maddenin bakır 2,5,6,12,18,19,26-30,34-49 bazılarında ise
demir, 3 kurşun, 3,34 tunç, 13 pirinç 50,51
veya katran 1,7,43,52 olabileceği belirtilmektedir.
Demir,
bakır ve kurşun farklı farklı özelliklere sahip birer metal; tunç ve pirinç
bakırın kalay ve çinkoyla yapmış olduğu birer alaşım; katran ise oldukça farklı
özelliklere sahip bir maddedir. Bu nedenle, öncelikle demir iskelet üzerine bunlardan
hangisinin eritilerek dökülmüş olabileceği tespit edilmelidir.
Daha
öncede ifade edildiği gibi, demir çevresel faktörlerden kolayca etkilenen ve
korozyona karşı oldukça hassas bir metaldir. Fakat demir dışında, diğer
maddelerin hepsinin korozyona karşı oldukça dayanıklı bir yapıya sahip
oldukları bilinmektedir. 68 Korozyon, kısaca metalik bir malzemenin,
özellikleri bozulacak şekilde çevresiyle reaksiyona girmesi olarak
tanımlanabilir. 55,68,69 Kuru atmosferde korozyon oluşmaz, ancak
rutubet ve rutubetli ortamlar korozyon oluşması için uygun bir zemin oluşturur.
Bu nedenle tanklar, depolar, direkler, beton içerisinde bulunan betonarme
demir, gemiler, iskeleler her zaman korozyonla karşı karşıyadır. 56
Korozyon,
ancak korozyona neden olan reaksiyonun önlenmesi veya koruyucu tabakalar
oluşturularak reaksiyona maruz kalan kısımların ayrılmasıyla yavaşlatılabilir
veya ortadan kaldırılabilir. 68,69 Mühendislikte, bu amaçla demir ve
benzeri metalleri korozyondan koruyabilmek için; metalik kaplama, termik
püskürtme, boyama gibi çok farklı yöntemler uygulanmaktadır. 56,68
Bu
çerçevede, söz konusu maddeler ve setin mimari özellikleri eğer korozyon
açısından değerlendirilecek olursa; bu malzemelerden bakır, pirinç, kurşun ve
bronz (tunç) gibi metal ve metalik malzemeler daha çok metalik kaplamayı;
katran, boyama yöntemini; setin yapım tekniği ise daha çok metalik kaplama
yöntemlerinden birisi olan sıcak daldırma yöntemini çağrıştırmaktadır.
Sıcak
daldırma yöntemi, korozyondan korunacak olan metalin, eriyik farklı bir metal
havuzuna daldırılmasıyla yüzeyinin korozyona dirençli farklı bir madde ile
kaplanması, 56,70,71 boyama yöntemi ise, korozyona karşı korunacak
olan metalin su ve neme karşı dayanıklı boya, katran veya benzeri maddelerle
boyanarak korunması işlemidir. 68
Katran
Söz
konusu malzemeler içerisinde metalik olmayan tek madde katrandır. Katran ağaç,
kömür ve petrol gibi organik maddelerin kapalı bir kapta ve havasız bir ortamda
damıtılmasıyla elde edilen siyaha yakın koyu kahve renkli bir üründür. 55,72
Bu ürün, boya, patlayıcı, tat verici, mikrop öldürücü, ahşap koruyucu gibi
muhtelif maddelerin imalatında kullanılabildiği gibi, yol yapımı, çatı kaplama
maddesi, yakıt olarak72 ayrıca su ve neme karşı dayanıklı bir
malzeme olduğu için korozyonu önlemek amacıyla da kullanılabilmektedir.
Bu
bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi’nde ki demir yapı veya iskeletin
korozyondan korunabilmesi için katranla kaplanmış olabileceği düşünülebilir.
Fakat katran bu amaçla metallerin üzerine boyama yöntemiyle uygulanabilen bir
maddedir, 68 bu yöntem ise setin yapım tekniğinden oldukça farklı
bir uygulama şeklidir. Ayrıca bu değerlendirmeler yapılırken setin mimari
özellikleriyle ilgili çok önemli bir ayrıntının da gözden kaçırılmaması
gerekir;
“………..İki ucu
denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline
getirince: "Getirin bana üzerine erimiş ………… dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)
Anlaşılacağı
gibi, demir temel üzerine hangi madde eritilerek dökülmüş olursa olsun, bu
malzeme kesinlikle demir kor haline geldikten sonra dökülmüştür. 1-10,12-15,18-21,26-32,34-52 Bu durum, setin
yapım tekniğiyle alakalı üzerinden hemen atlanmaması gerek çok önemli bir ayrıntıdır. Çünkü
demir ısıtıldığı zaman rengi değişmeye başlar, fakat ancak 1000
Diğer
taraftan “yüksek sıcaklıklarda yapılan kaplamalarda, kaplanacak olan metalin
mekanik özelliklerinin bozulabileceği” bilinmektedir. Bu yüzden sıcak daldırma
yöntemi, daha ziyade düşük erime sıcaklığına sahip metaller ile kaplanacak
kaplamalara uygulanabilmektedir. Bu yöntem daha çok çinko, kalay, kurşun gibi
düşük erime noktasına sahip kaplamalarla 56,70,71 demir, çelik,
bakır gibi erime noktaları nispeten yüksek olan metallerin kaplanması için
uygundur. 70,77 Zülkarneyn Seddi’nin temeli de erime derecesi
oldukça yüksek (1535
Kurşun
Tefsir
ve meallerde adı geçen bir diğer madde ise kurşundur. 3,34 Kurşun,
atom numarası 82, simgesi Pb, kütle numarası 207,2 g/mol, erime noktası 327,5
Kurşun
erime derecesi oldukça düşük bir maddedir, bu nedenle bu metal sıcak daldırma
yöntemiyle rahat bir şekilde metalik kaplamalarda kullanılabilmektedir. Fakat
kurşun demirle alaşım yapmadığı için, sıcak daldırma yöntemiyle demirin
kurşunla kaplanması oldukça zordur. Bu yüzden, saf kurşun yerine ya
kurşun-kalay (Pb-Sn) veya kurşun-antimon (Pb-Sb) alaşımlarının kullanılması
veya kurşun kaplanacak olan demir malzemenin daha önce kalayla kaplanması
gereklidir. 56,70 Ayrıca bu metalin erime noktası 1000 0C’nin
oldukça altındadır ve kuşunun kuru havada 550–600 0C’de buharlaşmaya
başladığı bilinmektedir. 84-86 Dolayısıyla Zülkarneyn Seddi’nin
yapımında, katran gibi saf kurşununda kullanılmış olma ihtimali oldukça
zayıftır. Ayrıca katran gibi kurşun buharının da zararlı ve zehirleyici bir
etkiye sahip olduğu bilinmektedir.
Demir
Setin
yapımında eritilerek kullanılmış olabileceği ileri sürülen maddelerden birisi
de demirdir. 3 Fakat daha önce de belirtildiği gibi, demir, çevresel
faktörlere karşı son derece duyarlı, zamanla okside olan, paslanan ve korozyona
uğrayan bir metaldir. 68 Bu nedenle korozyona duyarlı veya hassas
olan bir maddenin, kaplanma olarak kullanılması pek uygun bir yöntem
olmayabilir. Buna karşılık, demirin erime noktası (1535
Bakır, Pirinç ve Tunç
Tefsir ve meallerde adı
geçen diğer maddeler ise; tunç, 13 pirinç, 50,51
ve bakırdır. 2,5,6,12,18,19,26-30,34-49
Bakır,
atom numarası 29, atom ağırlığı 63,546 g/mol, yoğunluğu 8,96 g/cm3,
erime noktası 1083
Bakır,
korozyona karşı oldukça dayanıklı bir maddedir ve kuru havada bekletildiğinde
yüzeyinde ince bir bakır oksit tabakası oluşur, böylece bakır korozyona daha
dayanıklı bir yapıya sahip olur. Bakır genellikle krom ve nikel kaplamalarında
bir ara tabaka olarak kullanılmasına rağmen hemen hemen bütün metallerin
üzerine kolayca kaplanabilmektedir. 56,88 Bu bilgiler doğrultusunda,
bakırın, gerek fiziksel özellikleri, gerekse erime noktası göz önünde
bulundurulduğunda, demir gibi bu metalin de rahatlıkla kor halinde ki demir
iskelet üzerine eritilerek dökülebileceği söylenilebilir.
Söz
konusu diğer maddeler, yani pirinç ve bronz ise bakırın en iyi bilinen
alaşımlarıdır.[e]
Bakırın içerisine farklı bir maddenin ilave edilmesi bakırın elektrik
iletkenliğini azaltır. Bu nedenle bakır alaşımlarının elektrik iletkenlikleri
bakıra nazaran daha düşük, fakat korozyona karşı daha dayanıklı bir yapıya
sahiptir. 55,56,68,88
Pirinç;
bakır ve çinko karışımından oluşan sarı renkli bir alaşımdır. Bu alaşımdaki
bakır oranı % 55-95, çinko oranı ise % 5-45 arasında değişebilmektedir.
Pirincin mekanik özelliğini artırabilmek için içerisine ayrıca nikel, mangan,
demir, kalay, alüminyum veya silisyum elementleri de katılabilir, fakat bu
elementlerin oranı % 5’i geçmez. 56,88,90,91
Bronz
ise bakırın kalayla oluşturduğu farklı bir alaşım şeklidir. Bakırla kalayın
yapmış olduğu alaşımlara genellikle bronz adı verilmesine rağmen, günümüzde
bakırın, kurşun, fosfor, manganez, alüminyum veya silikon gibi maddelerle
yaptığı alaşımlarına da bronz ismi verilmektedir. 56,68,88,90-93
Bronzun % 90’nını bakır % 10’nunu ise kalay oluşturur 68,88,90,92 ve
eğer kalay oranı % 20’yi geçerse bronz özelliklerini kaybeder. 55
Bronz pirince nazaran daha dayanıklı ve korozyona karşı daha dirençli bir
alaşımdır. Bronzun yüzey kısmında zamanla bir oksit tabakası oluşur ve bu oksit
tabakası bronzu korozyona karşı daha dirençli bir hale getirir. 56,68,90-93
Diğer
taraftan alaşımların belirli bir erime derecesi yoktur. Bunların erime
noktaları bileşiminde bulunan ana maddenin erime noktasından düşüktür ve erime
dereceleri içerisinde yer alan elementlerin miktarına bağlı olarak
değişmektedir. 55,94 Mesela, bakırın erime derecesi 1083 0C’dir.
Bakırın içerisine erime derecesi 232 0C
olan kalay % 5 kadar ilave edilmesiyle oluşan bronzun erime derecesi 1050
Pirinç
ve bronzun bu özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, bakırdan ziyade bu
alaşımlarından herhangi birinin, özellikle bronzun eritilerek kor halinde ki
demir set üzerine dökülmüş olabileceği düşünülebilir. Fakat setin yapımında bu
alaşımlardan hangisi kullanılmış olursa olsun, bunlar da eritilerek
kullanılmıştır. Bu durumda bronz veya pirinç alaşımından ziyade birbiri
içerisinde çözünmüş, homojen bakır-çinko veya bakır-kalay eriyiklerinden söz
edilebilir. 68 Ayrıca, her saf katının belirli bir erime noktası
vardır ve katılar erime noktaları farkından dolayı birbirinden ayrılırlar.
Örneğin erime noktası 1400
Sonuç
olarak, Zülkarneyn Seddi’nin yapım tekniği her ne kadar bir korozyondan korunma
yöntemini çağrıştırsa da, yapılan işlemlerin çok farklı bir amaçla da yapılmış
olabileceği ve setin yapımında eritilerek kullanılan ikinci maddenin katran,
kurşun, pirinç veya bronzdan ziyade demir veya bakır olabileceği
söylenilebilir. Dolayısıyla Zülkarneyn Seddi, özü demir, sıvası ise bakır veya
yine demirden olan devasa bir eser olarak düşünülebilir.
Peki,
yeryüzünde bu özelliklere sahip bir eser var mıdır? Eğer varsa bu muazzam eser
nerededir? Ve neden hala bulunamamıştır?
Amaç
sadece setin azametini, büyüklüğünü ve gücünü izah etmekse, iki dağ arasında
bir set yapılmış olması insanlara yetmez miydi? Peki, Kur’an-ı Kerim’de neden
böyle metalik bir set izah edilmiştir?
Set
inşa edilirken, demir niçin tamamen eritilmemişte kor oluncaya kadar
ısıtılmıştır?
Neden
ısıtılan demir üzerine eritilmiş bakır veya demir dökülmüştür?
Demir
bir yapı üzerine, yine demirin eritilerek dökülmesinin nasıl bir etki
oluşturacağı konusunda şu anda bir şey söylemek pek mümkün görülmüyor. Fakat
bakırın eritilerek demir üzerine dökülmesi veya demirin bakırla sıvanması şu
şekilde de yorumlanabilir. Ve ister dağlar kadar büyük bir set, ister küçük bir
çubuk veya çekirdek olsun, eğer bir demir parçasına bakır tel sarılır ve bu
sarımdan da akım geçirilecek olursa bir elektromıknatıs elde edilmiş olunur.
Aslında sadece bakır bir sarım veya bobinin üzerinden akım geçirilmesi,
manyetik alan oluşması için yeterlidir. Fakat bu sarımın içerisine bir demir
parçasının yerleştirilmesi, daha güçlü bir elektromıknatıs, dolayısıyla daha
güçlü bir manyetik alan elde edilmesine neden olur. 59,60,78,96-100
Çünkü demir manyetik bir metaldir ve bakır bobinin oluşturacağı manyetik alanın
etkisiyle bir süre sonra kendiside bir mıknatıs gibi davranmaya başlar. Sonuçta
bakır bobinin oluşturacağı manyetik alana, içerisine yerleştirilen demirin
manyetik etkisi de eklenecek olursa, çok daha güçlü bir elektromıknatıs ve
dolayısıyla daha güçlü bir manyetik alan elde edilmiş olunur. 59,60,78,96-103
Ayrıca, böyle bir düzenekte, bakır tellerden geçen akım veya bakır telin sarım
sayısının arttırılmasıyla da daha kuvveti bir elektromıknatıs elde edilebilir. 59,60,78,96,97,101
Fakat akımın artırılması aşırı ısınma ve enerji sarfiyatına neden olacağı için,
bakır telin sarım sayısının artırılması veya içerisine demir gibi manyetik bir
maddenin yerleştirilmesi çok daha avantajlı bir yöntemdir. 59,60,78,96-98,102
Diğer
taraftan, daha öncede ifade edildiği gibi, demir, nikel, kobalt gibi manyetik
özellikleri olan materyallere ferromanyetik maddeler adı verilmektedir. 59,61-64,78
Ferromanyetik maddeler ısıya karşı farklı fiziksel özellikler gösterirler ve
belli bir dereceye kadar ısıtıldıkları zaman manyetik özelliklerini tamamen
kaybederler. Her ferromanyetik madde için farklı olan bu sıcaklığa Curie
sıcaklığı adı verilir. Demirin Curie ısısı 770 0C’dir ve bu ısının
üzerinde demir manyetik özelliklerini tamamen kaybeder. Isı tekrar Curie
sıcaklığının altına düştüğünde ise diğer ferromanyetik maddeler gibi demirde bu
özelliğini tekrar kazanmaya başlar. 61,100,104,105 Demirin bu
özelliklerinden faydalanılarak, yani “demirin kor haline gelinceye kadar
ısıtılmasıyla mıknatıs elde edilebileceği”, ilk defa 11. yüzyılda Çinliler
tarafından keşfedilmiş ve bu yöntem uzun yıllar boyunca kalıcı mıknatıs
yapımında kullanmıştır. 61 Ayrıca diğer ferromanyetik maddeler gibi
demirde bir manyetik alanın etkisinde bırakıldığında, bir süre sonra bir
mıknatıs gibi davranmaya başlar. İzah edilen her iki yöntemle de oluşan
mıknatıslanmalara kalıcı mıknatıslanma adı verilmektedir.59,61-64,100,104,106
Fakat “sıcaklığa bağlı mıknatıslanmaların” diğerlerine nazaran daha dayanıklı
ve daha sürekli olduğu belirtilmektedir. 61,100,105
Bu
bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi, ısıtılarak kalıcı manyetik özellik
kazanan demir iskeleti ve bakır bobine benzeyen sıvasıyla çok güçlü ve devasa
boyutlarda bir elektromıknatısa benzetilebilir. Fakat böyle bir yapıdan da
bahsedilebilmesi için, en azından ısıtılan demir ve üzerine eritilerek dökülen
bakırın soğuyarak solid bir yapı oluşturması gerekirdi ki henüz yeryüzünde
böyle bir yapının da varlığı tanımlanamamıştır.
O
zaman Zülkarneyn Seddi’nde ki demir iskelet farklı bir amaçla ısıtılmış
olabilir mi?
Demir
ve benzeri maddelerin ısınmaya karşı verdikleri bir diğer önemli reaksiyon da
siyah cisim ışımasıdır. Bu maddeler ısıtıldıkları zaman, ısının artmasıyla
birlikte renkleri de değişmeye başlar ve bir süre sonra cismin kendisi ışın
saçmaya başlar. Bu özelliğe sahip maddelere siyah cisim (black body),
yaptıkları ışımaya da siyah cisim ışıması (black body radiation) veya termal
radyasyon (thermal radiation) adı verilir. Bu radyasyonun özellikleri, ısıtılan
cismin sıcaklığına ve özelliğine bağlıdır. Düşük sıcaklıklarda termik
radyasyonun dalga boyları kızılötesi bölgede[f]
olduğu için gözle görülemez. 107-112 Bu özelliğe sahip bir cismin
sıcaklığı arttıkça kızarmaya başlar ve daha sonra akkor hale gelir ve yeteri
kadar yüksek sıcaklıklarda cisim bir ampulün sıcak tungsten filamanının
parıldaması gibi beyaz renkte görülür. 112
Siyah
cisimler, genel olarak 480-530
Daha
önce de belirtildiği gibi, Zülkarneyn Seddi’nin inşasında demir iskelet üzerine
eritilerek dökülebilecek en uygun madde demir veya bakırdır. Fakat demir-demir
kombinasyonuyla ilgili çok fazla bilimsel veri veya bilgiye ulaşılamadığı için,
konu daha ziyade demir-bakır ikilisi üzerinde yoğunlaşmış ve yapılan
değerlendirmeler sonucunda Zülkarneyn Seddi’nin, demir çekirdeği ve bakır
sıvasıyla muazzam büyüklükte bir elektromıknatıs olabileceği düşünülmüştür.
Evet, Zülkarneyn Seddi’nde ki demir iskelet eğer ısıtıldıktan sonra soğuyarak
kalıcı mıknatıs özelliği kazanmışsa, yani bu yapı daha sonra soğumuşsa, bu
durumda bu set gerçekten muazzam büyüklükte güçlü bir elektromıknatısa benzetilebilir. Fakat ya bu set hala aynı şekilde muhafaza
ediliyorsa, yani set inşa edilirken kor haline getirilen demir hala kor,
üzerine eritilerek dökülen madde ise hala eriyik halde ise, o zaman ne olur?
Bu
soru karşısında, sadece fizik kuralları değil, bütün bilim ve bilim adamları
kıyama kalkarak önce “günümüz teknolojisiyle dahi böyle bir mimari eserin değil
yapımı, hayal edilmesi bile imkânsızdır” ederler. Fakat sonra mütevazı bir
şekilde inzivaya çekilerek, O Yüce Yaratıcının (cc) O Muhteşem Kudreti karşısında
ki acizliklerini tekrar hissedip ve O’nun (cc) Yüceliğini tasdik ederek
binlerce şükür ile secdeye kapanırlar.
Evet,
Zülkarneyn Seddi inşa edilirken kor haline getirilen demir hala kor halindeyse,
o zaman söz konusu demir temel veya çekirdeğin manyetik özelliklerinden
bahsedilmesi mümkün değildir. Çünkü demir ferromanyetik bir maddedir ve diğer
ferromanyetik maddeler gibi, setin inşasında kullanılan demirinde manyetik
özellik göstermesi mümkün değildir. 114 Dolaysıyla bu kadar yüksek
bir ısıda demirin manyetik özelliklerden ziyade, siyah cisim ışıması veya
termal radyasyondan bahsedilebilir. Bununla birlikte, çok iyi bir elektrik
iletkeni olan bakırın, sıcaklığın artmasıyla birlikte iletkenliğinin azaldığı, 60,78
eritildiğinde ise yoğunluk, viskozite[g],
absorbsiyon[h],
elektrik direnci[i] gibi
fiziksel özelliklerinde ani değişiklikler meydana geldiği bilinmesine rağmen 114
eriyik bakırın, böyle bir sistemde nasıl bir etki oluşturabileceği
konusunda şu anda bir şey söylemek pek mümkün görülmüyor.
Görüldüğü
gibi, Zülkarneyn Seddi’nin tanımlanması veya bulunması amacıyla çıkılan bu
yolda, tarih, coğrafya, mühendislik gibi birçok bilim dalından sonra, Curie
ısısı, elektromanyetizma, kalıcı manyetizma gibi modern fiziğin en önemli dönüm
noktalarını tek tek geçilerek, modern fiziğin miladı, Kuantum fiziğinin[j]
doğuşu ve fizikte bir devrim olarak kabul edilen, fakat Zülkarneyn Seddi için
sadece bir geçit noktası olan siyah cisim ışımasına 108,115 kadar
gelinmiştir. Fakat yüzlerce ödüle layık görülen ve medeniyetlerin seyrini
değiştiren bu keşifler dahi maalesef Zülkarneyn Seddi’nin izahı için yeterli
olmamıştır.
Zülkarneyn
Seddi o kadar muazzam ve mucizevî bir set ki, izahı için fizik kuralları
işleyecek fakat bir yerde tıkanacak veya yetersiz kalacak ve hatta bütün
kuralları alt üst edecek. Ve izah edildiği anda da bütün bilimleri ve bilim
adamlarını, inançsızları ve inkârcıları dize getirerek ve “İlmin O Yüce
Kaynağına” ve “Yüce Yaratıcıya” binlerce şükür ile secde ettirecek. Ve daha da
önemlisi Allah (cc) adına her iş yapana ”Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır.” (18/Kehf/95)
dedirttirecek.
Evet,
Zülkarneyn Seddi, hala aynı şekilde muhafaza ediliyorsa, yani set inşa
edilirken kor haline getirilen demir hala kor, üzerine eritilerek dökülen madde
ise hala eriyik halde ise… O zaman Zülkarneyn Seddi, eriyik demir veya bakır
sıvalı kor gibi yanan demir iskeletten müteşekkil bir yapıya sahip olabilir ki,
Ayet-i Kerime’lerden de bu şekilde anlaşılmasını engelleyecek bir durum söz
konusu değildir.
“İki dağ arasına
ulaşınca,…..” (18/Kehf/93)
“Bana demir
kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi.
Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş bakır/demir
dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)
Bu
set, iki dağ, iki set veya benzeri bir yapı veya oluşumun arasında inşa
edilmiştir. Tefsirlerde, bu iki dağ veya setin, iki yüksek kara parçası, iki
deniz ve hatta iki kıta olabileceği de belirtilmektedir. 4,24 Bu
nedenle, Zülkarneyn Seddi:
-“İki
dağ arasında yer alan eriyik bakır veya demirden oluşan metalik bir göl ve bu
göl içerisinde kor gibi yanan demirden bir fırın” veya
-“İki
deniz veya iki kıta arasında yer alan eriyik bakır veya demirden müteşekkil bir
deniz veya bir okyanus ve bu deniz veya okyanus içerisinde yer alan kor halinde
demirden bir dağ, bir kara parçası veya kıtadan oluşan bir yapıya
benzetilebilir.”
Peki,
iki dağ, iki yüksek kara parçası, iki okyanus veya iki kıta arasında bulunan bu
muhteşem eser dünyanın neresindedir? Eğer dünyada bu şekilde bir yapı olsaydı
bunun da şimdiye kadar keşfedilmiş olması gerekmez miydi diye düşünülebilir.
Fakat bu soruların cevaplanabilmesi veya Zülkarneyn Seddi’nin tanımlanabilmesi,
izah edilebilmesi veya bulunabilmesi için öncelikle dünyanın yapısının gözden
geçirilmesi faydalı olacaktır.
Dünya’nın Yapısı
Dünyanın
yapısıyla ilgili bilimsel kaynaklardan derlenen bilgiler sunulmadan önce, Hz.
Resulullah’dan (sav) rivayet edildiği belirtilen şu Hadis-i Şerif’e, konuya çok
farklı bir boyut ve bakış açısı kazandıracağı düşüncesiyle öncelik verilmesi
yerinde bir davranış olacaktır.
Resulullah
(sav) buyuruyor ki: ”.…….denizin altında
ateş, ateşin altında da deniz vardır.” [k]
11
Yerin
yapısıyla ilgili yapılan binlerce ve hatta on binlerce bilimsel çalışmanın bir
neticesi ve özeti mahiyetinde olan bu mübarek cümle zikir edildiği zaman, ne
konuyla ilgili bir bilimsel kaynak, ne bu bilgilerin bir cüzünü dahi izah
edebilecek bir bilgi, ne araç, gereç ve ne de teknoloji…., fakat O bir peygamber, O bir Nebi, O Muhammedül-Emin, O
İki Cihan Serveri Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed Mustafa (sav), O (sav) bütün
kainatın yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah’ın (cc) en sevgili kulu,… Ve O
(sav), sadece “ol” emriyle yaratılanı, kendisine bildirileni ve sadece
bildirmekle mükellef olduğunu insanlara sunuyor ve tebliğ ediyor.
Ve bugün,
yapılan araştırmalarda, Hz. Peygamber’in (sav) buyurduğu gibi ”…denizin altında ateş, ateşin altında da
deniz…..” 11 hem de dünyanın en büyük denizinin veya okyanusunun
bulunduğunu 116-123 ve
yerkürenin yüzeyden merkeze doğru kabuk, manto ve çekirdek olmak üzere üç
farklı katmandan oluştuğunu göstermektedir. 30,124-128
Tabi
ki bu ilahi bilgilerin daha iyi kavranabilmesi, kıymetinin anlaşılabilmesi veya
bu bilgilere paha biçilebilmesi için, ilahi kelamda kemal bulan bütün bilimsel
icatların, nihai şekillerini alıncaya kadar hangi tarihsel süzgeçten geçtiğinin
de bilinmesi gerekir. Konuların bu şekilde analiz edilmesi, hem iman ve hem de
tevekkül noktasında insanlara çok önemli katkılar sağlayacaktır. Çünkü bu ilahi
bilgiler ve hakikatler 1400 yıl öncesinden bildirilmiş olmasına rağmen, bunlar,
bazen yanlış inanışlar, bazen inançsızlık, bazen ön yargı ve bazen de
bilinçsizliğin etkisiyle göz ardı edilmiş ve sonuçta hem bilim, hem insanlık
adına ve daha da önemlisi zayi olan imanlar adına çok büyük kayıplara neden
olmuştur. Ki konuyla alakalı olarak, hezeyanlarla dolu jeoloji tarihi okunduğu
zaman bunun önemi daha iyi anlaşılacak 129 ve 1400 yıl önce sunulan
bu ulvi bilgilerin ihmal edilmesinin nelere mal olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
“Jeoloji,
bilindiği gibi yerin yapımı, bileşimi, yeryüzü ve yerkabuğunun oluşumundan bu
güne kadar geçirdiği ve halende geçirmekte olduğu fiziksel, kimyasal ve
biyolojik evreleri araştıran bir bilim dalıdır. Jeoloji tüm yer küresiyle değil
sadece katı halde bulunan dış kısmı ile ilgilenir. Yerin içyapısıyla ilgili
bilgiler ise ancak son dönem bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde
genellikle jeofizik[l]
ve sismik[m]
çalışmalardan elde edilebilmektedir.” 125
Kabuk
Yerkürenin
üzerinde yaşadığımız en dış kısmına kabuk adı verilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de
de özellikleri teferruatlı bir şekilde işlenmiş olan dünyanın bu tabakası,
yerkürenin en ince katmanıdır ve yeryüzünün her yerinde aynı kalınlığa sahip
değildir. Kalınlığıyla birlikte diğer fiziksel özellikleri açısından da karalar
ve okyanuslar altında birbirinden farklı yapısal özellikler gösteren 31,116,117,119-123,125,130,131 yer kabuğu, Okyanussal Kabuk
(Oceanic Crust) ve Kıtasal Kabuk (Continental Crust) olmak üzere iki farklı
bölümde değerlendirilmektedir. 31,116,117,119-123,125,130-134
Kabuk
başlıca bazalt ve granit adı verilen iki tür kayaçtan meydana gelmektedir. Bu
kayaçlardan bazalt, kabuğun okyanus tabanları gibi daha ince bölgelerinden
çıkan magma[n] veya
volkanik bölgelerden çıkan lavın[o]
daha hızlı soğumasıyla; granit ise dağlar gibi yerin daha derin kısımlarına
kadar ilerleyen fakat yeryüzüne kadar ulaşamayan magmanın daha yavaş
soğumasıyla oluşan kayaç türleridir. Bu nedenle kıtasal kabuk, daha ziyade
granitik kayaçlardan oluşurken, okyanussal kabuğun hemen hemen tamamı bazaltik
bir yapıya sahiptir. Yine aynı sebepten dolayı, kıtasal kabuk yeryüzünün en
eski parçalarını oluştururken, okyanusal kabuk, tabandan çıkan magma nedeniyle
sürekli yenilendiği için yeryüzünün en yeni parçalarını oluşturmaktadır. Aynı
paralelde yapılan sismik araştırmalar da yer kabuğunun karalar üzerinde
özellikle yüksek dağların bulunduğu bölgelerde daha kalın, okyanus tabanlarında
ise daha ince olduğunu göstermiştir. 31,116,117,119-123,125,130,131
Kıtasal
kabuğun kalınlığı 35-
Dağların bu özellikleri, yani “dağların
yerkürenin iskeletini oluşturduğu” 1750’lerden sonra kabul edilmeye başlanmış 129
ve ancak yakın dönem teknolojik gelişmeler sayesinde ispatlanabilmiş
keşiflerdendir. Ki bu bilgiler aslında Kur’an-ı Kerim hakikatlerinden başka bir
şey değildir ve Kur’an-ı Kerim’de dağların bu özelliği şu şekilde izah
edilmektedir;
“Biz, yeryüzünü
bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (78/Nebe/6,7)
“Orada sabit yüce
dağlar yaratmadık mı,………” (77/Mürselat/27)
“Allah,
yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi……” (16/Nahl/15) ve daha niceleri
(79/Naziat/72), (21/Enbiya/31), (41/Fussilet/10), (13/Ra’d/3), (15/Hicr/19), (17/İsra/37),
(27/Nelm/88), (50/Kaf/7)…
Diğer
taraftan, yapılan çalışmalar yerkürenin bazı bölgelerinde
Dünyanın iç yapısı ve katmanları; kabuk (kıtasal ve okyanussal kabuk), kabuğun hemen altında yer alan manto (ateş küre) ve dünyanın çekirdeği.
Kur’an-ı Kerim ilahi kelam, bilim ise en iyi müfessir. Bu nedenle bütün ilmi sahalar gibi yerbilimleri de bir yandan yerin yapısını, gelişimini ve milyarlarca yıldır yaşadığı serüveni izah ederken, biryandan da Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmeye devam ediyor. O zaman sen de “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.”(17/İsra/37) Evet, binlerce, on binlerce yanlıştan ancak bir doğru çıkarabilen sen, günümüz teknolojisiyle dahi yerin sadece birkaç kilometre derinliklerine inmeyi başarabilen, 125 ”…sen yeri asla yaramazsın…” (17/İsra/37)
Bu
Ayet-i Kerime’de bildirilen “yer yarılması olayı” günümüzde bilimsel olarak
ispatlanmış ve kabul görmüş yeryüzünün şekillenmesini etkileyen en önemli
faktörlerden birisidir. Bilim adamlarına göre yerkürenin soğumasından sonra
oluşan yer kabuğu, uzun jeolojik devirler[p]
içerisinde mantodaki konveksiyon akımları nedeniyle yarılarak, levha adı verilen birçok parçaya
ayrılmıştır. 31,124-126
-Konveksiyon,
bir gaz veya sıvının ısınarak hafifleyip yükselmesi ve başka bir yerde soğuyup
ağırlaşarak aşağıya inmesi demektir. Nasıl ki bir kapta ısıtılan su hafifleyip
yukarıya doğru yükselmekte ve yüzeyde soğuyup yoğunlaşarak tekrar alta doğru
hareket etmekte ise, mantoda da (dünyanın çekirdeğinden aldığı ısı nedeniyle)
benzer olaylar meydana gelmektedir. “Yani daha sıcak olan magma yükselerek
soğuyup katılaşır, bu da üst mantodaki daha soğuk kayaların batmasına neden
olur. Batan bu kayalar, tekrar ısınır, ergir ve yükselir.”- Dolayısıyla mantoda
meydana gelen bu konveksiyon akımları, üzerinde yer alan kabuğun hem
parçalanmasına, hem de levha adı verilen bu parçaların manto üzerinde yılda
santimetreler ölçeğinde hareket etmesine neden olmaktadır. 126
Günümüzde,
levhaların, yani kıtaları, okyanusları ve dağları üzerinde taşıyan platoların,
suda yüzen büyük bir buz parçası veya denizde yüzen bir gemi gibi sürekli manto
üzerinde hareket ettiği, bu hareketlerin ise yeryüzünde sürekli şekil
değişikliklerine neden olduğu bilinmektedir. 31,124 Fakat bu olaylar
o kadar yavaş bir şekilde meydana gelmektedir ki, insanların bunları fark
etmesi veya hissetmesi imkânsızdır.
Mesela
deniz tabanı yayılmasının hızı yılda 2 ile
”Dağları görürsün,
onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket
ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz
O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (27/Nelm/88)
Bu
konuyla ilgili ilk bildiri, temel fikir olarak “belirli bir zamanda tüm
kıtaların birlikte oldukları, bugünkü yerlerini alıncaya kadar da, sal benzeri,
okyanus tabanı üzerinde yüzerek hareket ettikleri” 1912’de Alfred Wegener
(1880–1930) tarafından sunulmuş, fakat o zaman deli saçması olarak
nitelendirilen bu sunu ancak 1970’li yıllardan sonra 126,129 ve
maalesef asıl kaynağından tebliğ edildikten 1400 yıl sonra kabul
edilebilmiştir.
Belirtildiği
gibi dünya sürekli bir hareket ve değişim içerisindedir ve hala da devam eden bu değişimler nedeniyle yerkürenin
milyonlarca yıl sonra çok farklı bir görünüme sahip olacağı ileri
sürülmektedir. 136 Dolayısıyla dünya tarihi boyunca meydana
gelen ve halen daha devam eden bu levha
hareketleri, bir bakıma kıyamette meydana gelecek olan olağan üstü jeolojik
olayların izlerini, işaretlerini veya ipuçlarını taşırken;
“Yerin ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp
giden kum yığını olacağı günü hatırla.” (73/Müzzemmil/14),
“Dağlar
yürütüldüğünde.” (81/Tekvir/3),
“Denizler
kaynatıldığında,” (81/Tekvir/6),
“Denizler kaynayıp
fışkırtıldığında,” (82/İnfitar/3)
“Dağlar yürütülüp, serap hâline geldiğinde” (78/Nebe/20)
…….gibi
kıyamet ahvalini anlatan Ayet-i Kerime’ler de, söz konusu levha hareketlerinin ve dolayısıyla
yeryüzünde ki değişimlerin, kıyamete kadar devam edeceğini açıkça ortaya
koymaktadır.
Levhalar,
manto üzerinde birbirlerinden uzaklaşarak, birbirleriyle çarpışarak veya
birbirlerinin üzerinden kayarak hareket etmektedirler. Tarih boyunca meydana
gelen bu hareketler, sıradağlar, kıtalar, adalar ve okyanusların oluşmasına
neden olmuştur. 124,126,137
Levha
çarpışmaları dağların, sıra dağların, kıta ve deniz altında volkanik
aktivitelerin ortaya çıkmasına neden olur. 124,126 Dağlar ortalama 40 milyon yıllık periyotlarda
meydana gelen yer kabarmalarıyla oluşan yer şekilleridir. Levhaların
ayrılmasıyla birlikte, okyanus
levhalarının kıtaların altına dalış gösterdiği yerlerde kara levhaları
yükselmeye başlar ve bu karşılaşma alanları boyunca sıra dağlar oluşur. Mesela Himalayalar 70 milyon yıl önce şekillenmeye başlamış ve son büyük dağ
oluşumu fazı 600 bin yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen bu dağlar hala
şekillenmeye devam etmektedir. Ve Hindistan levhasının yılda yaklaşık
Uzaklaşan
levhalar ise okyanus tabanlarının genişlemesine neden olur ve bu olaylara deniz
tabanı yayılması adı verilir. Levha
hareketlerinin en aktif olduğu bölgelerden birisi Atlas Okyanusudur ve burada levhalar birbirinden yılda
”O, yeri yayıp
döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren,…..” (13/Ra’d/3)
“Yeri de yaydık,
ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü her şeyi bitirdik.” (15/Hicr/19)
“Yeryüzünü de
yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik……” (50/Kaf/7)
Ayet-i
Kerime’lerde izah edildiği gibi yer yarılmış, yayılıp döşenmiş ve üzerinde
dağlar, nehirler oluşmuştur. Fakat bu bilgiler elde edilinceye kadar, jeoloji
bilimi yanlış inanışların da tesiriyle maalesef çok sancılı dönemler
geçirmiştir. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de yerin yarılıp, yayılmasıyla yeryüzünün
şekillendiği ve bu olayların akabinde dağlar, nehirler vs oluştuğu, hem de
onlarca Ayet-i Kerime’de tekrar tekrar izah edilmiş olmasına rağmen, 13. yüzyılda,
Risterio d’Arezzo, dağların, yıldızların isteği doğrultusunda oluştuğunu; Albert le Grand,
yerkürenin içinden kaynaklanan buhar basınçlarının tesiriyle oluştuğunu; 300
yıl önce yaşayan Doktor Colonna ise dağların bitkiler gibi beslenerek
büyüdüğünü ileri sürmüştür ki, bu mesnetsiz görüşlerin, maalesef günümüz modern
jeoloji biliminin ilk basamaklarını oluşturduğu ifade edilmektedir. 129
Diğer
taraftan, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerde yeryüzünün yapısı,
şekillenmesi, şekillenme süreci ve bu sürecin ne kadar uzun olduğu açıkça izah
edilmiş olmasına rağmen, jeoloji tarihi diğer konularda olduğu gibi dünyanın
yaşı konusunda da trajikomik bilgilerle doludur. Mesela devrinin en önemli
filozofları sayılan ve günümüzde dahi etkileri hissedilen bu bilginlerden,
Augustine dünyanın MÖ 5500 yılında, Kepler MÖ 3993 de, Newton MÖ 3998 de, James
Ussher ise yaratılış saatine kadar ayrıntıları vererek, dünyanın MÖ 23 Ekim
4004’de saat 21.00’de yaratıldığını, bu konuda daha cömert olan Christophe
Colomb ise MÖ 5343 de yaratılan dünyanın sadece 155 yıl kadar bir ömrünün
kaldığını ve hepsinden daha cesaretli olan Georges Buffon (18 yy) ise dünyanın
60 bin yıl önce yaratılmış olabileceğini ileri sürmüştür. 129
Hâlbuki
Kur’an-Kerim’de Cenâb-ı Hak (cc) şöyle buyurmaktadır;
“İnsan üzerine dehirden öyle bir zaman (hin)
geçti ki o vakte kadar insan henüz anılmaya değer bir şey değildi.” (76/İnsan/1)
İnsanın,
kâinatın yaratılmasından çok uzun bir süre sonra yaratıldığını izah eden bu
Ayet-i Kerime’de geçen “Dehr” kelimesi, âlemin yaratılışının başlangıcından son
bulmasına kadar geçen sürenin tümüdür. Dolayısıyla “zaman” kelimesiyle “Dehr”
tanımlanamaz, ancak “Dehrin” bir bölümünü temsil edebilir. Mesela bir saat, bir
gün, bir ay vs müddete zaman denir, ama “Dehr” denemez. Zaman, geçmiş, şimdi ve gelecek kısımlarına ayrılır, fakat
“Dehrin” öncesi ve sonrası diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü “Dehr” bütün
sürece verilen addır. “Hin” kelimesi ise “Dehrin” belirli bir kısmını temsil
etmektedir ve Ayet-i Kerime’de geçen “Hin” kelimesi, “Dehrin” başlangıcı olan
âlemin yaratılışından insanın yaratılışına kadar geçen süreyi temsil
etmektedir. 2,4,15 Bu süre ise “Dehrin” önemli bir kısmına tekabül
etmekte ve dolaysıyla Ayet-i Kerime’den insanların kâinatın yaratılmasından çok
uzun bir süre sonra yaratıldığı anlaşılmaktadır. Bu ilahi bilgilerle paralel
olarak kâinatın 8 veya 15 milyar yıl önce yaratıldığını ileri süren bilim
adamları da insanlık tarihine, yaradılış teorileri de dâhil olmak üzere en
fazla 1-2 milyon yıllık bir ömür biçmektedirler. 139-141
Ebû Saîd anlatıyor:
“……Batmak üzere olan güneşe bakıyorduk batıp gitti mi diye; bunun üzerine
Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: Dikkat edin! Dünyanın geçirdiği ömre karşılık
kalan ömrü şu günümüzün geçen zamanına karşılık kalan kadardır yani güneş
batmak üzeredir. Yani kıyamette çok yakındır.” 53
Yani
birkaç dakika veya daha az bir süreye karşılık 24 saat, yani bu Hadis-i
Şerif’in zikredildiği günden kıyamete kadar geçecek olan süreye karşılık,
dünyanın yaratıldığı günden Hz. Peygamber’in (sav) yeryüzünü şereflendirdiği
döneme kadar geçen süre.
Bir
başka Hadis-i Şerifte ise Hz. Peygamber (sav), dünya tarihinin ne kadar eski
olduğunu tanımlamakla birlikte, dünyanın geçirdiği süreç veya evreleri ve
insanın bu evrelerin hangisinde ve hangi saatinde yaratıldığını izah ediyor.
Hz.
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resulullah
(sav) bir gün elimden tuttu ve şu açıklamayı yaptı: "Allah toprağı
cumartesi günü yarattı. Ondaki dağları pazar günü yarattı; ağaçları pazartesi
günü yarattı. Mekruhları salı günü yarattı. Nuru çarşamba günü yarattı ve onda
hayvanları perşembe günü yaydı. Hz. Adem (as)'i cuma günü ikindi vaktinden
sonra, ikindi ile gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk
olarak yarattı.” 11,24
Bu
Hadis-i Şerifte, yerkürenin geçirmiş olduğu evreler izah edilmektedir ki modern
jeolojide bu evrelere, jeolojik zaman veya jeolojik devirler adı verilmektedir.
126,128,140 Hz. Resulullah (sav), yerkürenin farklı evre veya
dönemlerden geçerek şekillendiğini ve yerkürenin geçirdiği dönem veya evrelerin
genel özelliklerini tek tek izah ederken, toprağın veya yer kabuğunun birinci
evrede, Hz Âdem’in (as) ise son evrenin son saatinde yaratıldığını
belirtmiştir. Bu Hadis-i Şerif’te izah edilen günler birer gün, gün uzunluğu
ise bu günkü şartlara uygun olarak 24 saat olarak kabul edilse dahi, 7 x 24
saate karşılık 1 saat, yani Hz. Âdem’in (as) yaratıldığı dönemden kıyamete
kadar geçecek olan süreye karşılık, dünyanın kabuğunun oluşmaya başladığı
günden Hz. Âdem’in (as) yaratıldığı döneme kadar geçen süre… Bu ulvi bilgilere
paralel olarak bilim adamları da 4,5 milyar yıl önce dünyanın ergimiş
kayalardan müteşekkil çok sıcak bir denizle kaplı olduğunu ve yaklaşık 4 milyar
yıl önce bu kayaların soğumasıyla yer kabuğunun oluştuğunu, insanların ise son
jeolojik dönemde yaratıldığını ileri sürmektedirler. 126,140
Dolayısıyla bilimsel verilerle uyumlu olan bu Hadis-i Şerifler, dünyanın ömrü
bir yana, yer kabuğunun oluşumundan insanın yaratılışına kadar geçen sürenin
dahi, meşhur bilim adamlarının söyledikleri gibi, 6 bin veya 60 bin yılla
sınırlı olamayacağını açıkça göstermektedir. Bu konuda daha ne söylenebilir ki,
işte bilim, işte biliminle gelen çağdaşlık, işte Kur’an-ı Kerim, işte Hadis-i
Şerifler, işte akıl, işte mantık ve kıyas……
Manto
Kabuğun
altında yer alan yerkürenin ikinci katmanına manto (ateş küre) adı
verilmektedir. 31,116,117,119-125,130 Günümüz imkanlarıyla dahi
mantoya doğrudan ulaşılarak örnek alınması veya incelenmesi imkânsızdır. Bu
nedenle mantodan yeryüzüne ulaşan parçalar inceleyerek, bu katmanın bileşimi
hakkında bilgiler elde edebilmektedirler. 125 Kalınlığı yaklaşık
Yerküresi
bir ısı makinesi gibidir ve derinlere gidildikçe yerin sıcaklığı yükselmeye
başlar. 125-126,128,1338 Yerin merkezine doğru, ısı, kayaları dahi
eritecek kadar artmaktadır. 130,133 1600
Çekirdek
Mantonun
altında, Dünya’nın çekirdek kısmı vardır ve yeryüzünden yaklaşık
Önceleri
yerin çekirdeğinin, sıvı tabiatta olduğu zannedilirdi. Fakat yapılan çalışmalar
5120–5140 km (
Dünya’nın katmanları; Yerküre yüzeyden derine doğru, kabuk, manto ve çekirdek (iç çekirdek, dış çekirdek) olmak üzere üç tabakadan oluşmaktadır.
Yerin içyapısıyla ilgili olarak
sunulan bu bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi yeniden değerlendirilecek
olursa, dünyanın çekirdeğinin hem oluşum, hem oluşumunda yer alan maddeler ve
bu maddelerin fiziksel özellikleri, hem büyüklük ve hem de konumu itibariyle Zülkarneyn
Seddi’yle önemli derecede benzerlikler gösterdiği söylenilebilir. Çünkü
Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın çekirdeği de kıtalar,
denizler ve okyanuslar arasında yer almaktadır ve Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın çekirdeği de devasa boyutlardadır; Zülkarneyn
Seddi gibi dünyanın çekirdeği de katı kor halinde demirden bir iç çekirdek ve
eriyik halde bulunan bir dış çekirdekten oluşmaktadır.
Fakat Zülkarneyn Seddi, Yü’cüc ve
Me’cüc’ün bozgunculuğunu, fitnesini engellemek ve dolayısıyla dünya ve
üzerinde ki düzeni, yaşamı muhafaza etmek amacıyla inşa edilmiş bir settir.
Yani bu set bir bakıma yeryüzünde ki yaşamın sigortası ve teminatıdır. Ve bu
set, bu muazzam
yapısıyla inşa edildiği günden beri yeryüzünü ve üzerinde ki düzeni muhafaza
etmektedir ve kıyamete kadar da etmeye devam edecektir.
Peki,
dünyanın çekirdeğinin de böyle bir özelliği var
mıdır? Yani dünyanın çekirdeğinin de Zülkarneyn Seddi gibi dünya ve üzerindeki
yaşam üzerine önemli bir etkisi var mıdır?
Bu
sorunun cevabı da evet! Evet, çünkü dünyanın elektromıknatısa benzer iki
kutuplu, yerden
![]() |
Dünya, küre şeklinde dev bir mıknatıs gibidir ve yer kürenin, merkezine konmuş çubuk bir mıknatısın kine benzer, iki kutuplu bir manyetik alanı vardır. |
Peki, dünyanın manyetik alanı nasıl oluşmaktadır? Dünyanın manyetik alanının kökeni nedir? Yani dünyanın manyetik alanı da Zülkarneyn Seddi gibi, asıl gücünü, mukavemetini veya kaynağını çekirdek yapısından mı almaktadır? Zülkarneyn Seddi gibi oda güneşten etkilenmekte midir? Kısaca, Zülkarneyn Seddi’yle dünyanın manyetik alanı arasında ki benzerlikler hangi boyuttadır?
Dünyanın
Manyetik Alanının Kökeni
Daha
önceleri, yerin manyetik alanının, yerkabuğunda bulunan ferromanyetik
minerallerden kaynaklandığı sanılıyordu. Fakat yapılan araştırmalar bu görüşün
hatalı olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü demir, nikel ve kayalarda bulunan bütün
minerallerin Curie ısıları 800 0C’nin altındadır, buna karşılık
yerin 30–35 km derinliklerinde dahi ısı, bu ısıdan çok daha yüksek seviyelere
ulaşmaktadır. Bu nedenle, jeomanyetik alanın[q],
bu minerallerden kaynaklanması imkânsızdır. 143
Bir dönemde de, dünyanın
çekirdeğinin kalıcı manyetik özelliğe sahip olduğu ve jeomanyetik alanın, bu
yapıdan kaynaklandığı sanılıyordu. Bu görüşe göre, dünya, 4,5 milyon yıl önce
yaratıldığında, yeryüzünden
Günümüzde, yerin manyetik alanının,
orijinini farklı farklı kaynaklardan aldığı bilinmektedir. Modern
jeofizik görüşlerine göre, belli bir zamanda ve belli bir noktada ölçülen
dünyanın manyetik alanı; ana alan, kabuk alanı, dış manyetik alan adı verilen
manyetik alanların toplamıdır ve dünyanın manyetik alanı iç ve dış
olmak üzere iki farklı mekanizmadan kaynaklanmaktadır. 117,146-150
Ana
alan
Yerin manyetik alanının temel
kaynağını oluşturan ve dünyanın içyapısıyla ilişkili olan bölümüne çekirdek
alanı veya ana alan adı verilmektedir. Yerin manyetik alan ölçümleri ile ilgili
yapılan çalışmalar, dünyanın total manyetik alanının %
97-99’unun iç kaynaklı yani dünyanın içyapısından, % 1-3’nün ise kabuk ve dış
manyetik alandan kaynaklandığını göstermiştir. 147-150
Ana
manyetik alan veya yerin manyetik alanının kökeni ile
ilgili her ne kadar farklı zamanlarda farklı hipotezler, teoriler ileri
sürülmüşse de bunların içerisinde en tutarlı olanı Dinamo Teorisidir. 116,143,146,151 Bu teori yerin sıvı olan dış çekirdeğinin kendi kendini işleten bir
dinamo gibi davranmakta olduğu düşüncesine dayanır. Buna göre yerin ana
manyetik alanı, bir jeodinamo[r]
mekanizmasıyla dünyanın sıvı çekirdeğinden kaynaklanmaktadır. 143,146-148,151-153
Yani dünyanın manyetik alanının, sıvı dış çekirdekte oluşan konveksiyon (çekirdekteki elektrik
akımları) akımlarıyla oluştuğu düşünülmektedir. Bu manyetik alan, ortamda daha
önce var olduğu kabul edilen başlangıç alanını kuvvetlendirmekte ve böylece
sistem sürekli kendi kendini işleten (besleyen) bir dinamo gibi çalışmaktadır. 148,152,153
Kabuk alanı
Kabuk
alanı, Dünya’nın kabuğunda yani yüzey kısmında kalıcı mıknatıs özelliğine sahip
olan kayalardan kaynaklanmaktadır. 152,153 Ergimiş, sıcak magmanın
soğuyarak katılaşması ve volkanik kayaçları meydana getirmesi sırasında, magma
içerisindeki manyetik mineraller belirli bir sıcaklıkta ve o andaki yerin
manyetik alanı yönünde mıknatıslanırlar. 59,116,154,155 Böylece eski
devirlere ait manyetik alanların yönleri volkanik kayalarda saklı kalır. Bir
başka değişle, yerin manyetik alanının etkisi altında soğuyarak katılaşan
lavlardan meydana gelen volkanik bir kayacın yapısında, eğer kolayca mıknatıslanabilen
maddeler var ise, bu kayaçta doğal kalıcı mıknatıslanmalar oluşabilmektedir.
Bununla birlikte sediment[s]
kayaçlarda da çökelme sırasında kalıcı mıknatıslanmaların oluşabildiği
bilinmektedir. Bu olayda, manyetik tanecikler yerin manyetik alanı
doğrultusunda sıralanır ve böylece sediment içinde kalıcı mıknatıslanmalar
meydana gelir. 59,154,155 Bu şekilde meydana gelen
mıknatıslanmaların, çok azda olsa dünyanın manyetik alanına bir
katkı sağladığı belirtilmektedir.
Dış manyetik alan
Dış
manyetik alanının oluşumunda, güneşin önemli bir etkisi vardır. Dış manyetik
alan, dünyanın manyetik alanıyla güneş rüzgârı ve solar elektromanyetik
radyasyonun[t]
etkileşiminden dolayı, iyonosferde[u]
ve manyetosferde ki elektrik akımları ile oluşmaktadır. 148,152,153,156
Güneşle
gezegenler arasında kalan bölgeye gezegenler arası ortam adı verilir. Bu ortam
güneş rüzgârının etkisi altında oldukça çalkantılı bir bölgedir. Güneş
rüzgârları, elektronlar, protonlar, helyum çekirdekleri ve daha ağır
elementlerden oluşmakta ve hızlı bir şekilde sürekli gezegenler arası ortama
yayılmaktadır. Güneşten ayrılan güneş rüzgârı gezegenler arası bütün boşluğu
doldurur ve yüksek ısısından dolayı diğer gezegenler gibi dünyayı da etkiler. 148,152,156-159
Dünyayı sarmalayan manyetik alan çizgileri güneş yönünde güneş rüzgârının
etkisiyle bastırılmış, ters yönde ise gezegenler arası ortama doğru uzanmış bir
durumdadır. Dünya'yı saran bu kaviteye manyetosfer adı verilir. 148,152,156-160
Güneş rüzgarı ortalama 400-
Dünyanın
manyetik alanı, güneş rüzgârının manyetik alanı, yoğunluğu ve hızındaki
artışlara duyarlıdır. Güneş rüzgârında ki bu değişimler ise güneş aktivitesinde
ki (güneş patlamaları, manyetik fırtınalar, vb) değişikliklere bağlıdır. Etkinliğin
düşük olduğu yıllarda manyetosfer, gezegenler arası ortamda güneşe doğru 10
dünya yarıçapı kadar uzamakta, güneş etkinliğinin arttığı yıllarda ise güneş
rüzgârlarının manyetosferi bastırmasıyla bu mesafe 6,6 dünya yarıçapı kadar
azalmaktadır. 156-158,160 Anlaşılacağı gibi manyetosfer dinamik bir
yapıya sahiptir ve güneş rüzgârıyla enerji kazanan manyetosferin içinde,
dinamizmi harekete geçiren süreçler başlamaktadır. Bu sürecin dünyada gözlenen
sonucu ise manyetik fırtınalardır.[x]
Ayrıca güneş aktivitesindeki değişikliklere bağlı olarak dünyada aurora[y]
(kutup ışıması) ve proton olayları[z]
adı verilen olaylar da görülmektedir. 156-158 Her büyük güneş
patlamasının[aa]
ardından güneş maddesi ve beraberindeki manyetik alan, yavaş hareket eden bir
bulut gibi 1 ile 4 gün içerisinde dünyaya gelmektedir. Bu yüklü plazma da dünya
atmosferine çarparak jeomanyetik fırtınaların başlamasına neden olmaktadır.
Bunun sonucunda dünyanın manyetik alanında ani ve olağanüstü değişimler
gözlenmektedir. Jeomanyetik fırtına süresince, güneş rüzgârı, enerjisinin bir
kısmını manyetosfere iletir ve sonuçta manyetosferin enerjisinde meydana gelen
bu artış güneş rüzgârının geliş doğrultusuna ve şiddetine bağlı olarak dünyanın
manyetik alanında gözlenen ani değişimlere yol açar. 156-158,160
Bilimsel
çalışmalardan derlenerek sunulan bu bilgiler, Zülkarneyn
Seddi’yle dünyanın çekirdek yapısı ve bu yapıdan kaynaklan manyetik alan
arasında ki benzerliği daha fazla pekiştirmektedir. Çünkü dünyanın iç çekirdeği
gibi Zülkarneyn Seddi’ndeki demir iskelette kor halindedir ve bu nedenle her
ikisinin de manyetik özellik göstermesi imkânsızdır. Zülkarneyn Seddi gibi
dünyanın manyetik alanı da % 97-99’luk önemli bir kısmını, yani
asıl gücünü çekirdek yapısından almaktadır.
Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın manyetik alanı da güneşten etkilenmektedir ve
her ikisi de dünya ve üzerindeki yaşamı bir şekilde muhafaza etmektedir.
[a] Manyetizma: Mıknatıs özelliklerinin bütünü
[b] Nükleer reaksiyon: Atom çekirdeğinde meydana gelen tepkimedir ve bu tepkimeler sonucu ortaya büyük bir enerjinin ortaya çıkması
[c] Füzyon: Atom çekirdeklerinin birleşmesi
[d] Nebula: Uzayda bulunan gaz bulutsularına verilen isim
[e] Alaşım: İki veya daha fazla elementin karışımı
[f] Kızılötesi bölge: Işık tayfında kırmızı alanın ötesindeki alanda yayılmış ısı ışınlarından oluşan, gözle görülmeyen ışınım
[g] Viskozite: Aışkanlığa karşı gösterilen direnç
[h] Absorbsiyon: Işınların, madde üzerinde tutularak ısıya dönüşmesi olayı
[i] Elektrik drenci: Eektrik akımına karşı gösterilen zorluk
[j] Kuantum fiziği: Basitçe, fiziksel olayları parçacık düzeyinde ele alan fiziğe verilen ad
[k] “Hacc veya umre veya Allah yolunda cihad maksatları dışında gemiye binme. Zira denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır.” (Ebu Davud, Cihad 9) Hadis bilginleri bu Hadis-i Şerif’in zaafına dikkat çekmekle birlikte, fukaha’nın bu Hadis-i Şeriften bazı hükümler çıkardığını söylerler. Ayrıca “denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır” sözü Resulullah’ın (sav) mucizevî ihbarlarından biridir ve bugünkü bilimsel bilgilerle de oldukça uyumludur 11
[l] Jeofizik: Yerküre ve atmosferinin, gezegenlerin, uyduların ve güneşin fiziksel ve yapısal özelliklerini fizik ve matematik yöntemler kullanarak inceleyen bilim dalı
[m] Sismik: Depremle ilgili
[n] Magma: Yerin içinde, sıvı veya hamur kıvamında uçucu gazlarla doymuş olarak bulunan eriyik
[o] Lav: Yanardağların püskürme sırasında yeryüzüne çıkardıkları, dünyanın derinliklerinden gelen kızgın, erimiş maddeler
[p] Jeolojik devir: Dünyanın, bugünkü şeklini alıncaya kadar geçirdiği evrelerden her biri
[q] Jeomanyetik alan: Dünyanın manyetik alanı
[r] Jeodinamo: Dünyanın manyetik alanının orijini izah etmek için öne sürülen bir model
[s] Sediment: Tortul
[t] Solar elektromanyetik radyasyon: Güneşten yeryüzüne gelen elektromanyetik ışınlar ve enerji
[u] İyonosfer: Atmosferin en üst tabakalarından birisi
[v] Süpersonik: Ses hızından hızlı
[w] Plazma: iyonize olmuş gaz
[x] Manyetik fırtına: Yerin manyetik alanında zaman zaman meydana gelen güçlü dalgalanmalar
[y] Aurora: Kutup ışıması, güneşten gelen yüklü parçacıkların manyetosterle etkileşmesi sonucu oluşan ışımalar
[z] Proton olayları: Büyük güneş patlamalarının ardından enerji yüklü protonların dünyaya ulaşması
[aa] Güneş patlaması: Güneş yüzeyinde geçici enerji boşalması
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder