7 Mart 2021 Pazar

I- Zülkarneyn Seddi’nin Yapısal Özellikleri

 “Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık……” (18/Kehf/84)

“Sonra yine bir yol tuttu.” ve ”İki dağ arasına ulaşınca,….” (18/Kehf/92,93) orada bir set inşa etti.

Zülkarneyn Seddi, dünyada iki dağ arası veya benzeri bir yerde inşa edilmiştir ve bunun aksini söyleyen ve hatta ima eden bir tefsir âlimi de yoktur. 1-10,12-15,18-21 Fakat bu Ayet-i Kerime’lerin nüzulünden beri 1400 yıl geçmiş olmasına rağmen ve dünya bir yana, uzayın en ücra köşelerinin dahi keşfedilmeye başlandığı şu teknoloji çağında, bu set neden hala bulunamamıştır, diyenler veya düşünenler olabilir.

O zaman onlara denilir ki, Cenâb-ı Hak (cc) buyuruyor ki;

“……Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık……” (6/En’am/38)

 “Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?” (4/Nisa/82)

 “Andolsun ki, onların kıssalarında üstün akıl sahipleri için ibret vardır. Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir……….” (12/Yusuf/111)

Onlara şöyle de denilebilir. Evet, bu Ayet-i Kerime’lerin 1400 yıl önce indirildiği de, bir teknoloji çağında yaşandığı da doğrudur. Fakat bu bilgi ve teknoloji çağında, hem de binlerce üniversite ve bilim adamı varken ve ilmin her alanında da bu kadar ilerlemeler kaydedilmişken, bu Ayet-i Kerime’ler kaç defa bilimsel bir zeminde değerlendirilmiştir? Modern ve çağdaş dediğimiz şu asırda, kaç akıl sahibi, aklını, bu rahmet dolu zahmete sokmuştur?

“Unutulmamalıdır ki, abdestsiz ele alınamayan bu kitap, hiçbir zaman cehalet, gericilik veya bir mücrim kitabı olamayacağı gibi, bilim dışı, akla ve mantığa sığmayan mesnetsiz fantezilerin de kaynağı olamaz.”

Peki, yaratılmış olanı Yaratandan başka kim daha iyi bilebilir? Ya O’nun (cc) yaratmadığını kim nasıl keşfedebilir? Dolayısıyla dünyada veya kâinatta her ne icat edilmiş, her ne keşfedilmiş ve her ne bulunmuş olursa olsun, O’nun (cc) izniyle yapılan bu icraatlar ancak Yüce Yaratıcının Hâlıkiyet ismine ve saltanatına şahit olmaktan başka bir şey değildir.

Bilmez misin ki, kuşkusuz Allah gökte ve yerde ne varsa hepsini bilir. Kuşkusuz bunların hepsi bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır.(22/Hacc/70)

Ve yapılmış veya yapılacak olan bütün icatlar, bütün keşifler ve bütün ilimler ister inançlı, ister inançsız olsun, bütün insanları aslında Malik'ül Mülk'e (cc) götürür. Fakat

“……Onların kalpleri vardır; anlamazlar, gözleri vardır; görmezler, kulakları vardır; duymazlar……” (7/Araf/179)

 Zülkarneyn, dünyada, iki dağ veya benzeri bir yerde bir set inşa etmiştir. Hem de temeli veya iskeleti demirden bir set inşa etmiştir. Eğer Allah (cc) böyle dilemiş ve bu setin bu şekilde inşa edildiğini, kullarına ve kâinatına ilan etmiş ve duyurmuşsa, o zaman bu setin temeli ne taş, ne toprak, ne alçı, ne tahta, ne toz, ne de buluttur, bu setin temeli mutlaka O’nun (cc)  dilediği ve yarattığı gibi demirdendir.

Demir ismi, Latince demir anlamına gelen ferrumdan gelmektedir. Simgesi Fe, atom numarası 26, kütle numarası 55,847, erime noktası 1535 0C, kaynama noktası 2750 0C, yoğunluğu 7.86 g/cm3 olan bir elementtir. 55-57 Demir, gümüş parlaklığında gri renkli, dökülebilen orta sertlikte bir metaldir.  Bakır kadar olmasa da iyi bir ısı ve elektrik iletkeni olduğu söylenebilir. 57

Demir, manyetizmanın[a] bütün özelliklerini en iyi şekilde gösteren ve yeryüzünde bu özelliklere sahip en fazla bulunan maddedir. 57,58 Bu nedenle bu özelliklere sahip olan, nikel, kobalt gibi maddelerin hepsine ferromanyetik maddeler adı verilmektedir. 59-64 Bu metal genellikle yerkabuğunda diğer elementlerle birlikte bileşik halinde bulunmaktadır. 57,58 Ayrıca dünyanın çekirdeğinin de demirden olduğu belirtilmektedir.

Demir, aynı zamanda uzayda da oldukça bol miktarda bulunan bir maddedir. Uzayda ki mevcut bütün demirin, milyarlarca yıl önce süpernova adı verilen, yıldızların patlamasıyla oluştuğunu ileri sürülmektedir. Bu yıldızlar bilinen en büyük yıldızlardır ve bunların güneşten en az 50 kat daha büyük olduğu ifade edilmektedir. Bütün yıldızlar gibi bu yıldızlarda temel enerji kaynağını, nükleer[b] veya füzyon[c] (çekirdek birleşmesi) reaksiyonlarından sağlamaktadırlar. Bir başka değişle, bütün yıldızlar enerjilerini, helyum ve hidrojen gibi hafif elementleri yakarak sağlarlar. Bu reaksiyonların sonucunda daha ağır elementler oluşmaya başlar. Dolayısıyla tükenen her yakıtın ardından daha ağır bir atom yakıt olarak kullanılır ve bu işlem en kararlı element olan demir oluşuncaya kadar devam eder. Bu nükleer reaksiyonlar süresince oluşan demirin kütlesi de giderek artar. Fakat bir süre sonra bu büyüme sona erer. Bu safha yıldızın ömrünün sona ereceğini gösteren son noktadır.65 Bundan sonra, yani, demirin üretim fabrikaları olarak kabul edilen bu yıldızlar, enerji sağlayabilecekleri bütün elementleri tükettikten sonra, demiri yakıt olarak kullanılmaya çalışırlar. Fakat demir çok ağır ve sert bir yapıya sahip olduğu için, bu reaksiyon yıldızın patlamasına neden olur. Süpernova patlaması ismi verilen bu patlama ile yıldızın bünyesindeki bütün elementler uzaya yayılır ve böylece nebula[d], gaz ve toz bulutları meydana gelir. Bunlar da yeni gezegenlerin ve yıldızların oluşumuna neden olurlar. 57,66,67 Söz konusu bu nükleer reaksiyonlar sonucunda güneş gibi küçük yıldızlar ancak hafif elementleri oluşturabilirken, demir ve benzeri ağır elementler, güneşten çok daha büyük yıldızlar tarafından oluşturabilir. 57,66,67 Bu nedenle güneş sisteminde ki mevcut demirin dış uzaydan geldiğine inanılmaktadır.

Demir, tarih boyunca da büyük öneme sahip olmuş ve bir çağa adını vermiş bir metaldir. Tarihte ilk işlenen ve kullanılan metallerden birisi olması nedeniyle, demirin medeniyetlerin ilerlemesi veya gelişmesinde çok önemli bir etkisi veya rolü olmuştur. 57,58 Geçmişte olduğu gibi bugünde uygarlığın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilen demir, 58 günümüzde özellikle inşaatlarda; beton kolon, kiriş ve yüzeylerin güçlendirilmesinde, çelik sanayinde ana hammadde olarak, 55-57 makine, otomobil, gemi gövdesi, köprü, 57 lokomotif, demir yolları 58 vs ve çeşitli aletlerin yapımında kullanılmaktadır. 57

Demir, aynı zamanda, bütün canlılar içinde hayati öneme sahip bir mineraldir. Vücut tarafından üretilemediği için dışarıdan besinlerle alınması gerekir. Erişkin bir insanın vücudunda yaklaşık 3,5 gr demir vardır. Bunun yaklaşık 2/3’ü kırmızı kan hücrelerinde hemoglobin adı verilen proteinlerde bulunur ve oksijenin dokulara taşınmasında önemli bir rolü vardır. Bu nedenle demir eksikliği olan vakalarda anemi (kansızlık), zayıflama ve çabuk yorulma gibi çok ciddi sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. 58

Ve Cenâb-ı Hak (cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor ”…Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik...” (57/Hadid/25)

Sunulan bilimsel çalışmalarla uyumlu olarak, demirin en önemli özelliklerini, yani demirin ne kadar faydalı bir element olduğunu, yaratılışını ve yeryüzüne indirilişini izah eden bu Ayet-i Kerime, aynı zamanda Zülkarneyn Seddi’nin yapımında kullanılan demirin kaynağı da açıklar niteliktedir.

Bununla birlikte bu kadar faydalı ve yaralı bir madde olmasına karşılık,  demir, çevresel faktörlere son derece duyarlı, oksijenle kolayca reaksiyona girerek okside olan, paslanan ve korozyona uğrayan bir metaldir. 68 Demir, nemli hava veya oksijenden zengin suyla temas ettiği zaman çürümeye başlar. Üzerinde önce ince bir oksit tabakası oluşur. Bu oksitlenme kendini renk değişikliğiyle gösterir. Bir süre sonra demirin üzerinde girintiler ve delikler oluşur. Böylece yavaş yavaş tahrip olmaya başlayan bu metal sonuçta kolayca kırılabilecek ve hatta parçalanabilecek kadar zayıflar. Bu nedenle demirin nem ve diğer dış etkenlerden korunabilmesi için koruyucu farlı bir tabakayla kaplanması gerekir. 58

Bu bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi’de aynı amaçla, bakır, katran veya diğer malzemelerin herhangi birisiyle kaplanarak inşa edilen demirden bir yapı veya bina olarak düşünülebilir. Fakat tefsir ve meallerde setin ana yapısının demirden olduğu açıkça izah edilmiş olmasına rağmen, 1-10,12-15,18-21,26-30,33-52 bu yapı üzerine eritilerek dökülen madde konusunda tam bir fikir birliği yoktur. Bazı kaynaklarda bu maddenin bakır 2,5,6,12,18,19,26-30,34-49 bazılarında ise demir, 3 kurşun, 3,34 tunç, 13 pirinç 50,51 veya katran 1,7,43,52 olabileceği belirtilmektedir.

Demir, bakır ve kurşun farklı farklı özelliklere sahip birer metal; tunç ve pirinç bakırın kalay ve çinkoyla yapmış olduğu birer alaşım; katran ise oldukça farklı özelliklere sahip bir maddedir. Bu nedenle, öncelikle demir iskelet üzerine bunlardan hangisinin eritilerek dökülmüş olabileceği tespit edilmelidir.

Daha öncede ifade edildiği gibi, demir çevresel faktörlerden kolayca etkilenen ve korozyona karşı oldukça hassas bir metaldir. Fakat demir dışında, diğer maddelerin hepsinin korozyona karşı oldukça dayanıklı bir yapıya sahip oldukları bilinmektedir. 68 Korozyon, kısaca metalik bir malzemenin, özellikleri bozulacak şekilde çevresiyle reaksiyona girmesi olarak tanımlanabilir. 55,68,69 Kuru atmosferde korozyon oluşmaz, ancak rutubet ve rutubetli ortamlar korozyon oluşması için uygun bir zemin oluşturur. Bu nedenle tanklar, depolar, direkler, beton içerisinde bulunan betonarme demir, gemiler, iskeleler her zaman korozyonla karşı karşıyadır. 56

Korozyon, ancak korozyona neden olan reaksiyonun önlenmesi veya koruyucu tabakalar oluşturularak reaksiyona maruz kalan kısımların ayrılmasıyla yavaşlatılabilir veya ortadan kaldırılabilir. 68,69 Mühendislikte, bu amaçla demir ve benzeri metalleri korozyondan koruyabilmek için; metalik kaplama, termik püskürtme, boyama gibi çok farklı yöntemler uygulanmaktadır. 56,68

Bu çerçevede, söz konusu maddeler ve setin mimari özellikleri eğer korozyon açısından değerlendirilecek olursa; bu malzemelerden bakır, pirinç, kurşun ve bronz (tunç) gibi metal ve metalik malzemeler daha çok metalik kaplamayı; katran, boyama yöntemini; setin yapım tekniği ise daha çok metalik kaplama yöntemlerinden birisi olan sıcak daldırma yöntemini çağrıştırmaktadır.

Sıcak daldırma yöntemi, korozyondan korunacak olan metalin, eriyik farklı bir metal havuzuna daldırılmasıyla yüzeyinin korozyona dirençli farklı bir madde ile kaplanması, 56,70,71 boyama yöntemi ise, korozyona karşı korunacak olan metalin su ve neme karşı dayanıklı boya, katran veya benzeri maddelerle boyanarak korunması işlemidir. 68

 

Katran

Söz konusu malzemeler içerisinde metalik olmayan tek madde katrandır. Katran ağaç, kömür ve petrol gibi organik maddelerin kapalı bir kapta ve havasız bir ortamda damıtılmasıyla elde edilen siyaha yakın koyu kahve renkli bir üründür. 55,72 Bu ürün, boya, patlayıcı, tat verici, mikrop öldürücü, ahşap koruyucu gibi muhtelif maddelerin imalatında kullanılabildiği gibi, yol yapımı, çatı kaplama maddesi, yakıt olarak72 ayrıca su ve neme karşı dayanıklı bir malzeme olduğu için korozyonu önlemek amacıyla da kullanılabilmektedir.

Bu bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi’nde ki demir yapı veya iskeletin korozyondan korunabilmesi için katranla kaplanmış olabileceği düşünülebilir. Fakat katran bu amaçla metallerin üzerine boyama yöntemiyle uygulanabilen bir maddedir, 68 bu yöntem ise setin yapım tekniğinden oldukça farklı bir uygulama şeklidir. Ayrıca bu değerlendirmeler yapılırken setin mimari özellikleriyle ilgili çok önemli bir ayrıntının da gözden kaçırılmaması gerekir;

“………..İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş ………… dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)

Anlaşılacağı gibi, demir temel üzerine hangi madde eritilerek dökülmüş olursa olsun, bu malzeme kesinlikle demir kor haline geldikten sonra dökülmüştür. 1-10,12-15,18-21,26-32,34-52 Bu durum, setin yapım tekniğiyle alakalı üzerinden hemen atlanmaması gerek çok önemli bir ayrıntıdır. Çünkü demir ısıtıldığı zaman rengi değişmeye başlar, fakat ancak 1000 0C veya daha fazla ısılarda kor haline gelir. 73-75 Bu nedenle bu kadar yüksek bir ısıya, erime derecesi sadece 61 0C olan katranın 76 tahammül göstermesi mümkün değildir. Yani, katran gibi erime derecesi oldukça düşük olan bir madde, kor halinde yanan demir bir kütle üzerine dökülür dökülmez buharlaşacağı için, Zülkarneyn Seddi’nin yapımında eritilerek kullanılan maddenin katran olma ihtimali oldukça zayıftır. Bununla birlikte katranın buharından da istifade edilmiş olabileceği düşünülebilir. Fakat katran gibi buharının da zehirleyici ve kanserojen etkili olduğu bilinmektedir.

Diğer taraftan “yüksek sıcaklıklarda yapılan kaplamalarda, kaplanacak olan metalin mekanik özelliklerinin bozulabileceği” bilinmektedir. Bu yüzden sıcak daldırma yöntemi, daha ziyade düşük erime sıcaklığına sahip metaller ile kaplanacak kaplamalara uygulanabilmektedir. Bu yöntem daha çok çinko, kalay, kurşun gibi düşük erime noktasına sahip kaplamalarla 56,70,71 demir, çelik, bakır gibi erime noktaları nispeten yüksek olan metallerin kaplanması için uygundur. 70,77 Zülkarneyn Seddi’nin temeli de erime derecesi oldukça yüksek (1535 0C) olan demirle inşa edilmiştir, fakat bu temel kor oluncaya kadar yani en az 1000 0C ısıtılmıştır ki bu kadar yüksek bir ısıda demirin fiziksel özelliklerinde önemli değişikliklerin meydana geldiği bilinmektedir. 68,78,79 Bu nedenle set inşa edilirken yapılan işlemlerin, “kaplama” veya “seti korozyon koruma” dışında farklı bir amaçla da yapılmış olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

 

Kurşun

Tefsir ve meallerde adı geçen bir diğer madde ise kurşundur. 3,34 Kurşun, atom numarası 82, simgesi Pb, kütle numarası 207,2 g/mol, erime noktası 327,5 0C, kaynama noktası 1744 0C, yoğunluğu 11,35 g/cm3 olan bir elementtir. 55,56,80,81 Kurşun kötü bir ısı ve elektrik iletkenidir. 55,82,83 Korozyona karşı dirençli bir metal olduğu için korozyona dayanıksız maddelerin kaplanmasında kullanılabilmektedir. 55,81 Nemli havada kurşunun yüzeyi kısa bir süre içerisinde ince bir bazik kurşun-karbonat tabakasıyla kaplanmaktadır. Oluşan bu tabaka kurşunu korozyondan korumakta ve bu metali korozyon açısından daha önemli bir konuma getirmektedir. 56

Kurşun erime derecesi oldukça düşük bir maddedir, bu nedenle bu metal sıcak daldırma yöntemiyle rahat bir şekilde metalik kaplamalarda kullanılabilmektedir. Fakat kurşun demirle alaşım yapmadığı için, sıcak daldırma yöntemiyle demirin kurşunla kaplanması oldukça zordur. Bu yüzden, saf kurşun yerine ya kurşun-kalay (Pb-Sn) veya kurşun-antimon (Pb-Sb) alaşımlarının kullanılması veya kurşun kaplanacak olan demir malzemenin daha önce kalayla kaplanması gereklidir. 56,70 Ayrıca bu metalin erime noktası 1000 0C’nin oldukça altındadır ve kuşunun kuru havada 550–600 0C’de buharlaşmaya başladığı bilinmektedir. 84-86 Dolayısıyla Zülkarneyn Seddi’nin yapımında, katran gibi saf kurşununda kullanılmış olma ihtimali oldukça zayıftır. Ayrıca katran gibi kurşun buharının da zararlı ve zehirleyici bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir.

 

Demir

Setin yapımında eritilerek kullanılmış olabileceği ileri sürülen maddelerden birisi de demirdir. 3 Fakat daha önce de belirtildiği gibi, demir, çevresel faktörlere karşı son derece duyarlı, zamanla okside olan, paslanan ve korozyona uğrayan bir metaldir. 68 Bu nedenle korozyona duyarlı veya hassas olan bir maddenin, kaplanma olarak kullanılması pek uygun bir yöntem olmayabilir. Buna karşılık, demirin erime noktası (1535 0C) göz önünde bulundurulacak olursa, setin yapımında kullanılan ikinci maddenin yine demir olabileceği söylenilebilir. Çünkü katran ve kurşunun aksine demirin erime derecesi oldukça yüksektir ve bu metal 1000 0C veya daha yüksek ısılara rahatça tahammül gösterebilir. Dolayısıyla setin inşasında eritilerek dökülen ikinci maddenin yine demir olabileceği, fakat bunun korozyondan farklı bir amaçla kullanılmış olabileceği söylenilebilir.

 

Bakır, Pirinç ve Tunç

Tefsir ve meallerde adı geçen diğer maddeler ise; tunç, 13 pirinç, 50,51 ve bakırdır. 2,5,6,12,18,19,26-30,34-49

Bakır, atom numarası 29, atom ağırlığı 63,546 g/mol, yoğunluğu 8,96 g/cm3, erime noktası 1083 0C, kaynama noktası 2595 0C olan bir elementtir. 55,87,88 Bakırın kendine has kızıl bir rengi vardır ve iyi bir ısı ve elektrik iletkenidir. 56,87-89 Çok sert olmadığı için kolayca tel veya levha haline getirilebilir. Bu özelliklerinden olayı, bakır birçok araç ve gerecin yapımında kullanılabilmektedir. Saf bakır, özellikle elektrik sanayinde kullanılır. Evlerdeki aydınlatma gereçleri, radyo, televizyon, elektrik süpürgesi, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, buzdolabı ve mutfak robotları gibi çağdaş yaşamın gerektirdiği bütün araç ve gereçler bakır sayesinde insanlığın hizmetindedir. Kısaca bakırın takriben % 70’i elektrik endüstrisinde kullanılmaktadır. 87,89

Bakır, korozyona karşı oldukça dayanıklı bir maddedir ve kuru havada bekletildiğinde yüzeyinde ince bir bakır oksit tabakası oluşur, böylece bakır korozyona daha dayanıklı bir yapıya sahip olur. Bakır genellikle krom ve nikel kaplamalarında bir ara tabaka olarak kullanılmasına rağmen hemen hemen bütün metallerin üzerine kolayca kaplanabilmektedir. 56,88 Bu bilgiler doğrultusunda, bakırın, gerek fiziksel özellikleri, gerekse erime noktası göz önünde bulundurulduğunda, demir gibi bu metalin de rahatlıkla kor halinde ki demir iskelet üzerine eritilerek dökülebileceği söylenilebilir.

Söz konusu diğer maddeler, yani pirinç ve bronz ise bakırın en iyi bilinen alaşımlarıdır.[e] Bakırın içerisine farklı bir maddenin ilave edilmesi bakırın elektrik iletkenliğini azaltır. Bu nedenle bakır alaşımlarının elektrik iletkenlikleri bakıra nazaran daha düşük, fakat korozyona karşı daha dayanıklı bir yapıya sahiptir. 55,56,68,88

Pirinç; bakır ve çinko karışımından oluşan sarı renkli bir alaşımdır. Bu alaşımdaki bakır oranı % 55-95, çinko oranı ise % 5-45 arasında değişebilmektedir. Pirincin mekanik özelliğini artırabilmek için içerisine ayrıca nikel, mangan, demir, kalay, alüminyum veya silisyum elementleri de katılabilir, fakat bu elementlerin oranı % 5’i geçmez. 56,88,90,91

Bronz ise bakırın kalayla oluşturduğu farklı bir alaşım şeklidir. Bakırla kalayın yapmış olduğu alaşımlara genellikle bronz adı verilmesine rağmen, günümüzde bakırın, kurşun, fosfor, manganez, alüminyum veya silikon gibi maddelerle yaptığı alaşımlarına da bronz ismi verilmektedir. 56,68,88,90-93 Bronzun % 90’nını bakır % 10’nunu ise kalay oluşturur 68,88,90,92 ve eğer kalay oranı % 20’yi geçerse bronz özelliklerini kaybeder. 55 Bronz pirince nazaran daha dayanıklı ve korozyona karşı daha dirençli bir alaşımdır. Bronzun yüzey kısmında zamanla bir oksit tabakası oluşur ve bu oksit tabakası bronzu korozyona karşı daha dirençli bir hale getirir. 56,68,90-93

Diğer taraftan alaşımların belirli bir erime derecesi yoktur. Bunların erime noktaları bileşiminde bulunan ana maddenin erime noktasından düşüktür ve erime dereceleri içerisinde yer alan elementlerin miktarına bağlı olarak değişmektedir. 55,94 Mesela, bakırın erime derecesi 1083 0C’dir. Bakırın içerisine erime derecesi 232 0C olan kalay % 5 kadar ilave edilmesiyle oluşan bronzun erime derecesi 1050 0C olur. Eğer kalay oranı % 15 olursa, bu oranda oluşan bronzun erime derecesi 960 0C’ye düşer. 92

Pirinç ve bronzun bu özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, bakırdan ziyade bu alaşımlarından herhangi birinin, özellikle bronzun eritilerek kor halinde ki demir set üzerine dökülmüş olabileceği düşünülebilir. Fakat setin yapımında bu alaşımlardan hangisi kullanılmış olursa olsun, bunlar da eritilerek kullanılmıştır. Bu durumda bronz veya pirinç alaşımından ziyade birbiri içerisinde çözünmüş, homojen bakır-çinko veya bakır-kalay eriyiklerinden söz edilebilir. 68 Ayrıca, her saf katının belirli bir erime noktası vardır ve katılar erime noktaları farkından dolayı birbirinden ayrılırlar. Örneğin erime noktası 1400 0C ve 300 0C’ olan iki farklı elementten oluşan bir karışım ısıtıldığında, erime noktası düşük olan element daha önce eriyerek sıvı hale geçer ve böylece süzülerek diğerinden ayrılır. 95 Isının daha fazla artması durumunda ise diğer elementte erimeye başlar, fakat erime noktası düşük olan metal bu safhada artık buharlaşmaya başlamıştır. Benzer şekilde bronz ve pirinçte eritildikleri zaman, bu alaşımların içerisinde bulunan kalay veya çinkonun önemli bir kısmı buharlaşarak kaybolabilir. Çünkü bu alaşımların eritilebilmesi için en az 950–1000 0C ısıtılmaları gerekir ve bu kadar yüksek bir ısıda ise erime derecesi 231,93 0C olan çinko ve erime derecesi 419,53 0C olan kalayın önemli bir kısmı buharlaşarak kaybolabilir. Dolayısıyla, Zülkarneyn Seddi’nde, katran ve kurşun gibi bronz veya pirincinde kor halinde ki demir iskelet üzerine eritilerek dökülmesi çok fazla anlamlı olmayabilir. Bu konuyla ilişkili olarak, pirinçlerin döküm amaçlı eritilmeleri durumunda, meydana gelebilecek herhangi bir aşırı ısınmanın, pirincin içinde ki çinkonun önemli bir kısmının buharlaşmasına neden olabileceği, bunu engelleyebilmek için de bazı önlemlerin alınmasının gerekli olduğu belirtilmektedir. 55

Sonuç olarak, Zülkarneyn Seddi’nin yapım tekniği her ne kadar bir korozyondan korunma yöntemini çağrıştırsa da, yapılan işlemlerin çok farklı bir amaçla da yapılmış olabileceği ve setin yapımında eritilerek kullanılan ikinci maddenin katran, kurşun, pirinç veya bronzdan ziyade demir veya bakır olabileceği söylenilebilir. Dolayısıyla Zülkarneyn Seddi, özü demir, sıvası ise bakır veya yine demirden olan devasa bir eser olarak düşünülebilir.

Peki, yeryüzünde bu özelliklere sahip bir eser var mıdır? Eğer varsa bu muazzam eser nerededir? Ve neden hala bulunamamıştır?

Amaç sadece setin azametini, büyüklüğünü ve gücünü izah etmekse, iki dağ arasında bir set yapılmış olması insanlara yetmez miydi? Peki, Kur’an-ı Kerim’de neden böyle metalik bir set izah edilmiştir?

Set inşa edilirken, demir niçin tamamen eritilmemişte kor oluncaya kadar ısıtılmıştır?

Neden ısıtılan demir üzerine eritilmiş bakır veya demir dökülmüştür?

Demir bir yapı üzerine, yine demirin eritilerek dökülmesinin nasıl bir etki oluşturacağı konusunda şu anda bir şey söylemek pek mümkün görülmüyor. Fakat bakırın eritilerek demir üzerine dökülmesi veya demirin bakırla sıvanması şu şekilde de yorumlanabilir. Ve ister dağlar kadar büyük bir set, ister küçük bir çubuk veya çekirdek olsun, eğer bir demir parçasına bakır tel sarılır ve bu sarımdan da akım geçirilecek olursa bir elektromıknatıs elde edilmiş olunur. Aslında sadece bakır bir sarım veya bobinin üzerinden akım geçirilmesi, manyetik alan oluşması için yeterlidir. Fakat bu sarımın içerisine bir demir parçasının yerleştirilmesi, daha güçlü bir elektromıknatıs, dolayısıyla daha güçlü bir manyetik alan elde edilmesine neden olur. 59,60,78,96-100 Çünkü demir manyetik bir metaldir ve bakır bobinin oluşturacağı manyetik alanın etkisiyle bir süre sonra kendiside bir mıknatıs gibi davranmaya başlar. Sonuçta bakır bobinin oluşturacağı manyetik alana, içerisine yerleştirilen demirin manyetik etkisi de eklenecek olursa, çok daha güçlü bir elektromıknatıs ve dolayısıyla daha güçlü bir manyetik alan elde edilmiş olunur. 59,60,78,96-103 Ayrıca, böyle bir düzenekte, bakır tellerden geçen akım veya bakır telin sarım sayısının arttırılmasıyla da daha kuvveti bir elektromıknatıs elde edilebilir. 59,60,78,96,97,101 Fakat akımın artırılması aşırı ısınma ve enerji sarfiyatına neden olacağı için, bakır telin sarım sayısının artırılması veya içerisine demir gibi manyetik bir maddenin yerleştirilmesi çok daha avantajlı bir yöntemdir. 59,60,78,96-98,102

Diğer taraftan, daha öncede ifade edildiği gibi, demir, nikel, kobalt gibi manyetik özellikleri olan materyallere ferromanyetik maddeler adı verilmektedir. 59,61-64,78 Ferromanyetik maddeler ısıya karşı farklı fiziksel özellikler gösterirler ve belli bir dereceye kadar ısıtıldıkları zaman manyetik özelliklerini tamamen kaybederler. Her ferromanyetik madde için farklı olan bu sıcaklığa Curie sıcaklığı adı verilir. Demirin Curie ısısı 770 0C’dir ve bu ısının üzerinde demir manyetik özelliklerini tamamen kaybeder. Isı tekrar Curie sıcaklığının altına düştüğünde ise diğer ferromanyetik maddeler gibi demirde bu özelliğini tekrar kazanmaya başlar. 61,100,104,105 Demirin bu özelliklerinden faydalanılarak, yani “demirin kor haline gelinceye kadar ısıtılmasıyla mıknatıs elde edilebileceği”, ilk defa 11. yüzyılda Çinliler tarafından keşfedilmiş ve bu yöntem uzun yıllar boyunca kalıcı mıknatıs yapımında kullanmıştır. 61 Ayrıca diğer ferromanyetik maddeler gibi demirde bir manyetik alanın etkisinde bırakıldığında, bir süre sonra bir mıknatıs gibi davranmaya başlar. İzah edilen her iki yöntemle de oluşan mıknatıslanmalara kalıcı mıknatıslanma adı verilmektedir.59,61-64,100,104,106 Fakat “sıcaklığa bağlı mıknatıslanmaların” diğerlerine nazaran daha dayanıklı ve daha sürekli olduğu belirtilmektedir. 61,100,105

Bu bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi, ısıtılarak kalıcı manyetik özellik kazanan demir iskeleti ve bakır bobine benzeyen sıvasıyla çok güçlü ve devasa boyutlarda bir elektromıknatısa benzetilebilir. Fakat böyle bir yapıdan da bahsedilebilmesi için, en azından ısıtılan demir ve üzerine eritilerek dökülen bakırın soğuyarak solid bir yapı oluşturması gerekirdi ki henüz yeryüzünde böyle bir yapının da varlığı tanımlanamamıştır.

O zaman Zülkarneyn Seddi’nde ki demir iskelet farklı bir amaçla ısıtılmış olabilir mi?

Demir ve benzeri maddelerin ısınmaya karşı verdikleri bir diğer önemli reaksiyon da siyah cisim ışımasıdır. Bu maddeler ısıtıldıkları zaman, ısının artmasıyla birlikte renkleri de değişmeye başlar ve bir süre sonra cismin kendisi ışın saçmaya başlar. Bu özelliğe sahip maddelere siyah cisim (black body), yaptıkları ışımaya da siyah cisim ışıması (black body radiation) veya termal radyasyon (thermal radiation) adı verilir. Bu radyasyonun özellikleri, ısıtılan cismin sıcaklığına ve özelliğine bağlıdır. Düşük sıcaklıklarda termik radyasyonun dalga boyları kızılötesi bölgede[f] olduğu için gözle görülemez. 107-112 Bu özelliğe sahip bir cismin sıcaklığı arttıkça kızarmaya başlar ve daha sonra akkor hale gelir ve yeteri kadar yüksek sıcaklıklarda cisim bir ampulün sıcak tungsten filamanının parıldaması gibi beyaz renkte görülür. 112

Siyah cisimler, genel olarak 480-530 0C ısıtıldıklarında kızarmaya başlarlar, 700-900 0C’de akkor hale gelirler, 930-1230 0C’de sarı, 1150-1530 0C’de beyaz, 1630 0C’de ise parlak ve göz kamaştırıcı beyaz bir renkte görülürler. 113 Aynı şekilde bir demir parçası da birkaç yüz derece ısıtılırsa rengi kızarmaya başlar, 1000 0C’de akkor hale gelir, daha fazla ısıtılması durumunda ise turuncu, sarı ve nihayet beyaz renkte görülür. Daha yüksek ısılarda ise demir erimeye başlar. 73-75

Daha önce de belirtildiği gibi, Zülkarneyn Seddi’nin inşasında demir iskelet üzerine eritilerek dökülebilecek en uygun madde demir veya bakırdır. Fakat demir-demir kombinasyonuyla ilgili çok fazla bilimsel veri veya bilgiye ulaşılamadığı için, konu daha ziyade demir-bakır ikilisi üzerinde yoğunlaşmış ve yapılan değerlendirmeler sonucunda Zülkarneyn Seddi’nin, demir çekirdeği ve bakır sıvasıyla muazzam büyüklükte bir elektromıknatıs olabileceği düşünülmüştür. Evet, Zülkarneyn Seddi’nde ki demir iskelet eğer ısıtıldıktan sonra soğuyarak kalıcı mıknatıs özelliği kazanmışsa, yani bu yapı daha sonra soğumuşsa, bu durumda bu set gerçekten muazzam büyüklükte güçlü bir elektromıknatısa benzetilebilir.  Fakat ya bu set hala aynı şekilde muhafaza ediliyorsa, yani set inşa edilirken kor haline getirilen demir hala kor, üzerine eritilerek dökülen madde ise hala eriyik halde ise, o zaman ne olur?

Bu soru karşısında, sadece fizik kuralları değil, bütün bilim ve bilim adamları kıyama kalkarak önce “günümüz teknolojisiyle dahi böyle bir mimari eserin değil yapımı, hayal edilmesi bile imkânsızdır” ederler. Fakat sonra mütevazı bir şekilde inzivaya çekilerek, O Yüce Yaratıcının (cc) O Muhteşem Kudreti karşısında ki acizliklerini tekrar hissedip ve O’nun (cc) Yüceliğini tasdik ederek binlerce şükür ile secdeye kapanırlar.

Evet, Zülkarneyn Seddi inşa edilirken kor haline getirilen demir hala kor halindeyse, o zaman söz konusu demir temel veya çekirdeğin manyetik özelliklerinden bahsedilmesi mümkün değildir. Çünkü demir ferromanyetik bir maddedir ve diğer ferromanyetik maddeler gibi, setin inşasında kullanılan demirinde manyetik özellik göstermesi mümkün değildir. 114 Dolaysıyla bu kadar yüksek bir ısıda demirin manyetik özelliklerden ziyade, siyah cisim ışıması veya termal radyasyondan bahsedilebilir. Bununla birlikte, çok iyi bir elektrik iletkeni olan bakırın, sıcaklığın artmasıyla birlikte iletkenliğinin azaldığı, 60,78 eritildiğinde ise yoğunluk, viskozite[g], absorbsiyon[h], elektrik direnci[i] gibi fiziksel özelliklerinde ani değişiklikler meydana geldiği bilinmesine rağmen 114 eriyik bakırın, böyle bir sistemde nasıl bir etki oluşturabileceği konusunda şu anda bir şey söylemek pek mümkün görülmüyor.

Görüldüğü gibi, Zülkarneyn Seddi’nin tanımlanması veya bulunması amacıyla çıkılan bu yolda, tarih, coğrafya, mühendislik gibi birçok bilim dalından sonra, Curie ısısı, elektromanyetizma, kalıcı manyetizma gibi modern fiziğin en önemli dönüm noktalarını tek tek geçilerek, modern fiziğin miladı, Kuantum fiziğinin[j] doğuşu ve fizikte bir devrim olarak kabul edilen, fakat Zülkarneyn Seddi için sadece bir geçit noktası olan siyah cisim ışımasına 108,115 kadar gelinmiştir. Fakat yüzlerce ödüle layık görülen ve medeniyetlerin seyrini değiştiren bu keşifler dahi maalesef Zülkarneyn Seddi’nin izahı için yeterli olmamıştır.

Zülkarneyn Seddi o kadar muazzam ve mucizevî bir set ki, izahı için fizik kuralları işleyecek fakat bir yerde tıkanacak veya yetersiz kalacak ve hatta bütün kuralları alt üst edecek. Ve izah edildiği anda da bütün bilimleri ve bilim adamlarını, inançsızları ve inkârcıları dize getirerek ve “İlmin O Yüce Kaynağına” ve “Yüce Yaratıcıya” binlerce şükür ile secde ettirecek. Ve daha da önemlisi Allah (cc) adına her iş yapana ”Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır.” (18/Kehf/95) dedirttirecek.

Evet, Zülkarneyn Seddi, hala aynı şekilde muhafaza ediliyorsa, yani set inşa edilirken kor haline getirilen demir hala kor, üzerine eritilerek dökülen madde ise hala eriyik halde ise… O zaman Zülkarneyn Seddi, eriyik demir veya bakır sıvalı kor gibi yanan demir iskeletten müteşekkil bir yapıya sahip olabilir ki, Ayet-i Kerime’lerden de bu şekilde anlaşılmasını engelleyecek bir durum söz konusu değildir.

“İki dağ arasına ulaşınca,…..” (18/Kehf/93)

“Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş bakır/demir dökeyim!" dedi.” (18/Kehf/96)

Bu set, iki dağ, iki set veya benzeri bir yapı veya oluşumun arasında inşa edilmiştir. Tefsirlerde, bu iki dağ veya setin, iki yüksek kara parçası, iki deniz ve hatta iki kıta olabileceği de belirtilmektedir. 4,24 Bu nedenle, Zülkarneyn Seddi:

-“İki dağ arasında yer alan eriyik bakır veya demirden oluşan metalik bir göl ve bu göl içerisinde kor gibi yanan demirden bir fırın” veya

-“İki deniz veya iki kıta arasında yer alan eriyik bakır veya demirden müteşekkil bir deniz veya bir okyanus ve bu deniz veya okyanus içerisinde yer alan kor halinde demirden bir dağ, bir kara parçası veya kıtadan oluşan bir yapıya benzetilebilir.”

Peki, iki dağ, iki yüksek kara parçası, iki okyanus veya iki kıta arasında bulunan bu muhteşem eser dünyanın neresindedir? Eğer dünyada bu şekilde bir yapı olsaydı bunun da şimdiye kadar keşfedilmiş olması gerekmez miydi diye düşünülebilir. Fakat bu soruların cevaplanabilmesi veya Zülkarneyn Seddi’nin tanımlanabilmesi, izah edilebilmesi veya bulunabilmesi için öncelikle dünyanın yapısının gözden geçirilmesi faydalı olacaktır.

Dünya’nın Yapısı

Dünyanın yapısıyla ilgili bilimsel kaynaklardan derlenen bilgiler sunulmadan önce, Hz. Resulullah’dan (sav) rivayet edildiği belirtilen şu Hadis-i Şerif’e, konuya çok farklı bir boyut ve bakış açısı kazandıracağı düşüncesiyle öncelik verilmesi yerinde bir davranış olacaktır.

Resulullah (sav) buyuruyor ki: ”.…….denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır.” [k] 11

Yerin yapısıyla ilgili yapılan binlerce ve hatta on binlerce bilimsel çalışmanın bir neticesi ve özeti mahiyetinde olan bu mübarek cümle zikir edildiği zaman, ne konuyla ilgili bir bilimsel kaynak, ne bu bilgilerin bir cüzünü dahi izah edebilecek bir bilgi, ne araç, gereç ve ne de teknoloji…., fakat O bir peygamber, O bir Nebi, O Muhammedül-Emin, O İki Cihan Serveri Fahr-i Kâinat Hz. Muhammed Mustafa (sav), O (sav) bütün kainatın yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah’ın (cc) en sevgili kulu,… Ve O (sav), sadece “ol” emriyle yaratılanı, kendisine bildirileni ve sadece bildirmekle mükellef olduğunu insanlara sunuyor ve tebliğ ediyor.

Ve bugün, yapılan araştırmalarda, Hz. Peygamber’in (sav) buyurduğu gibi ”…denizin altında ateş, ateşin altında da deniz…..” 11 hem de dünyanın en büyük denizinin veya okyanusunun bulunduğunu 116-123 ve yerkürenin yüzeyden merkeze doğru kabuk, manto ve çekirdek olmak üzere üç farklı katmandan oluştuğunu göstermektedir. 30,124-128

Tabi ki bu ilahi bilgilerin daha iyi kavranabilmesi, kıymetinin anlaşılabilmesi veya bu bilgilere paha biçilebilmesi için, ilahi kelamda kemal bulan bütün bilimsel icatların, nihai şekillerini alıncaya kadar hangi tarihsel süzgeçten geçtiğinin de bilinmesi gerekir. Konuların bu şekilde analiz edilmesi, hem iman ve hem de tevekkül noktasında insanlara çok önemli katkılar sağlayacaktır. Çünkü bu ilahi bilgiler ve hakikatler 1400 yıl öncesinden bildirilmiş olmasına rağmen, bunlar, bazen yanlış inanışlar, bazen inançsızlık, bazen ön yargı ve bazen de bilinçsizliğin etkisiyle göz ardı edilmiş ve sonuçta hem bilim, hem insanlık adına ve daha da önemlisi zayi olan imanlar adına çok büyük kayıplara neden olmuştur. Ki konuyla alakalı olarak, hezeyanlarla dolu jeoloji tarihi okunduğu zaman bunun önemi daha iyi anlaşılacak 129 ve 1400 yıl önce sunulan bu ulvi bilgilerin ihmal edilmesinin nelere mal olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

“Jeoloji, bilindiği gibi yerin yapımı, bileşimi, yeryüzü ve yerkabuğunun oluşumundan bu güne kadar geçirdiği ve halende geçirmekte olduğu fiziksel, kimyasal ve biyolojik evreleri araştıran bir bilim dalıdır. Jeoloji tüm yer küresiyle değil sadece katı halde bulunan dış kısmı ile ilgilenir. Yerin içyapısıyla ilgili bilgiler ise ancak son dönem bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde genellikle jeofizik[l] ve sismik[m] çalışmalardan elde edilebilmektedir.” 125

Kabuk

Yerkürenin üzerinde yaşadığımız en dış kısmına kabuk adı verilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de özellikleri teferruatlı bir şekilde işlenmiş olan dünyanın bu tabakası, yerkürenin en ince katmanıdır ve yeryüzünün her yerinde aynı kalınlığa sahip değildir. Kalınlığıyla birlikte diğer fiziksel özellikleri açısından da karalar ve okyanuslar altında birbirinden farklı yapısal özellikler gösteren 31,116,117,119-123,125,130,131 yer kabuğu, Okyanussal Kabuk (Oceanic Crust) ve Kıtasal Kabuk (Continental Crust) olmak üzere iki farklı bölümde değerlendirilmektedir. 31,116,117,119-123,125,130-134

Kabuk başlıca bazalt ve granit adı verilen iki tür kayaçtan meydana gelmektedir. Bu kayaçlardan bazalt, kabuğun okyanus tabanları gibi daha ince bölgelerinden çıkan magma[n] veya volkanik bölgelerden çıkan lavın[o] daha hızlı soğumasıyla; granit ise dağlar gibi yerin daha derin kısımlarına kadar ilerleyen fakat yeryüzüne kadar ulaşamayan magmanın daha yavaş soğumasıyla oluşan kayaç türleridir. Bu nedenle kıtasal kabuk, daha ziyade granitik kayaçlardan oluşurken, okyanussal kabuğun hemen hemen tamamı bazaltik bir yapıya sahiptir. Yine aynı sebepten dolayı, kıtasal kabuk yeryüzünün en eski parçalarını oluştururken, okyanusal kabuk, tabandan çıkan magma nedeniyle sürekli yenilendiği için yeryüzünün en yeni parçalarını oluşturmaktadır. Aynı paralelde yapılan sismik araştırmalar da yer kabuğunun karalar üzerinde özellikle yüksek dağların bulunduğu bölgelerde daha kalın, okyanus tabanlarında ise daha ince olduğunu göstermiştir. 31,116,117,119-123,125,130,131

Kıtasal kabuğun kalınlığı 35-40 km kadardır ve bu kalınlık dağ zincirlerinin altında 2-3 katına kadar çıkabilmektedir. 31,116,117,119-126,130-134 Örneğin, And dağları 133 ve Tibet Platosunda 70 km ye kadar çıkan yer kalınlığı, 135 Himalayalar’da 90 km ye kadar çıkabilmektedir. 133

Dağların bu özellikleri, yani “dağların yerkürenin iskeletini oluşturduğu” 1750’lerden sonra kabul edilmeye başlanmış 129 ve ancak yakın dönem teknolojik gelişmeler sayesinde ispatlanabilmiş keşiflerdendir. Ki bu bilgiler aslında Kur’an-ı Kerim hakikatlerinden başka bir şey değildir ve Kur’an-ı Kerim’de dağların bu özelliği şu şekilde izah edilmektedir;

“Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (78/Nebe/6,7)

“Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı,………” (77/Mürselat/27)

“Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi……” (16/Nahl/15) ve daha niceleri (79/Naziat/72), (21/Enbiya/31), (41/Fussilet/10), (13/Ra’d/3), (15/Hicr/19), (17/İsra/37), (27/Nelm/88), (50/Kaf/7)…

Diğer taraftan, yapılan çalışmalar yerkürenin bazı bölgelerinde 90 km ye kadar çıkan kabuk kalınlığının okyanus diplerinde 0 ile 10 km ye kadar düştüğünü göstermiştir. 116,117,119-125,130,131 Bu nedenle okyanuslar altında kabuk ve manto birbirleriyle yakın ilişki içinde, birbirleriyle girift durumda bulunmaktadır. 124 Dolayısıyla yerkürenin ikinci katmanı olan manto (ateş küre) yerkabuğunun altında, fakat Hz. Resulullah’ın (sav) buyurduğu gibi denizlerin veya okyanusların hemen altında yer almaktadır.

 

Dünyanın iç yapısı ve katmanları; kabuk (kıtasal ve okyanussal kabuk), kabuğun hemen altında yer alan manto (ateş küre) ve dünyanın çekirdeği.

  Kur’an-ı Kerim ilahi kelam, bilim ise en iyi müfessir. Bu nedenle bütün ilmi sahalar gibi yerbilimleri de bir yandan yerin yapısını, gelişimini ve milyarlarca yıldır yaşadığı serüveni izah ederken, biryandan da Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmeye devam ediyor. O zaman sen de Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.”(17/İsra/37) Evet, binlerce, on binlerce yanlıştan ancak bir doğru çıkarabilen sen, günümüz teknolojisiyle dahi yerin sadece birkaç kilometre derinliklerine inmeyi başarabilen, 125 ”…sen yeri asla yaramazsın…” (17/İsra/37)

Bu Ayet-i Kerime’de bildirilen “yer yarılması olayı” günümüzde bilimsel olarak ispatlanmış ve kabul görmüş yeryüzünün şekillenmesini etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Bilim adamlarına göre yerkürenin soğumasından sonra oluşan yer kabuğu, uzun jeolojik devirler[p] içerisinde mantodaki konveksiyon akımları nedeniyle yarılarak, levha adı verilen birçok parçaya ayrılmıştır. 31,124-126

-Konveksiyon, bir gaz veya sıvının ısınarak hafifleyip yükselmesi ve başka bir yerde soğuyup ağırlaşarak aşağıya inmesi demektir. Nasıl ki bir kapta ısıtılan su hafifleyip yukarıya doğru yükselmekte ve yüzeyde soğuyup yoğunlaşarak tekrar alta doğru hareket etmekte ise, mantoda da (dünyanın çekirdeğinden aldığı ısı nedeniyle) benzer olaylar meydana gelmektedir. “Yani daha sıcak olan magma yükselerek soğuyup katılaşır, bu da üst mantodaki daha soğuk kayaların batmasına neden olur. Batan bu kayalar, tekrar ısınır, ergir ve yükselir.”- Dolayısıyla mantoda meydana gelen bu konveksiyon akımları, üzerinde yer alan kabuğun hem parçalanmasına, hem de levha adı verilen bu parçaların manto üzerinde yılda santimetreler ölçeğinde hareket etmesine neden olmaktadır. 126

Günümüzde, levhaların, yani kıtaları, okyanusları ve dağları üzerinde taşıyan platoların, suda yüzen büyük bir buz parçası veya denizde yüzen bir gemi gibi sürekli manto üzerinde hareket ettiği, bu hareketlerin ise yeryüzünde sürekli şekil değişikliklerine neden olduğu bilinmektedir. 31,124 Fakat bu olaylar o kadar yavaş bir şekilde meydana gelmektedir ki, insanların bunları fark etmesi veya hissetmesi imkânsızdır.

Mesela deniz tabanı yayılmasının hızı yılda 2 ile 20 cm arasında değişmektedir ve yılda 2 cm hızla gelişen bir yayılma sonunda, 20 km genişlikte yeni bir yüzey oluşumunun meydana gelebilmesi için bir milyon yılın geçmesi gerekmektedir. 124 Bu nedenle, yeryüzü şekillerinin hiç değişmediği ve yeryüzündeki her şeyin hareketsiz ve sabit olduğunu zannedilir. Hâlbuki dünya sürekli bir değişim içerisindedir ve bu değişimlerin hissedilebilmesi, fark edilebilmesi, gözlemlenebilmesi veya anlaşılabilmesi için ya milyonlarca yıllık bir ömre, ya Kur’an-ı Kerim’i okumaya veya disiplinli ilmi çalışmalar yapmaya ihtiyaç vardır. Çünkü bu hareketler veya değişimler, seksen veya yüz yıllık kısacık ömürler süresince değil, milyonlarca yıllık zaman süresinde meydana gelmektedir. İşte bu yüzden,

”Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (27/Nelm/88)

Bu konuyla ilgili ilk bildiri, temel fikir olarak “belirli bir zamanda tüm kıtaların birlikte oldukları, bugünkü yerlerini alıncaya kadar da, sal benzeri, okyanus tabanı üzerinde yüzerek hareket ettikleri” 1912’de Alfred Wegener (1880–1930) tarafından sunulmuş, fakat o zaman deli saçması olarak nitelendirilen bu sunu ancak 1970’li yıllardan sonra 126,129 ve maalesef asıl kaynağından tebliğ edildikten 1400 yıl sonra kabul edilebilmiştir.

Belirtildiği gibi dünya sürekli bir hareket ve değişim içerisindedir ve hala da devam eden bu değişimler nedeniyle yerkürenin milyonlarca yıl sonra çok farklı bir görünüme sahip olacağı ileri sürülmektedir. 136 Dolayısıyla dünya tarihi boyunca meydana gelen ve halen daha devam eden bu levha hareketleri, bir bakıma kıyamette meydana gelecek olan olağan üstü jeolojik olayların izlerini, işaretlerini veya ipuçlarını taşırken;

Yerin ve dağların sarsılacağı ve dağların akıp giden kum yığını olacağı günü hatırla.” (73/Müzzemmil/14),

Dağlar yürütüldüğünde.” (81/Tekvir/3),

“Denizler kaynatıldığında,” (81/Tekvir/6),

“Denizler kaynayıp fışkırtıldığında,” (82/İnfitar/3)

Dağlar yürütülüp, serap hâline geldiğinde” (78/Nebe/20)

…….gibi kıyamet ahvalini anlatan Ayet-i Kerime’ler de, söz konusu levha hareketlerinin ve dolayısıyla yeryüzünde ki değişimlerin, kıyamete kadar devam edeceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Levhalar, manto üzerinde birbirlerinden uzaklaşarak, birbirleriyle çarpışarak veya birbirlerinin üzerinden kayarak hareket etmektedirler. Tarih boyunca meydana gelen bu hareketler, sıradağlar, kıtalar, adalar ve okyanusların oluşmasına neden olmuştur. 124,126,137

Levha çarpışmaları dağların, sıra dağların, kıta ve deniz altında volkanik aktivitelerin ortaya çıkmasına neden olur. 124,126 Dağlar ortalama 40 milyon yıllık periyotlarda meydana gelen yer kabarmalarıyla oluşan yer şekilleridir. Levhaların ayrılmasıyla birlikte, okyanus levhalarının kıtaların altına dalış gösterdiği yerlerde kara levhaları yükselmeye başlar ve bu karşılaşma alanları boyunca sıra dağlar oluşur.  Mesela Himalayalar 70 milyon yıl önce şekillenmeye başlamış ve son büyük dağ oluşumu fazı 600 bin yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen bu dağlar hala şekillenmeye devam etmektedir. Ve Hindistan levhasının yılda yaklaşık 2 cm kadar Güney Asya levhasının altına girmesiyle, Himalayalar her yıl 5 mm kadar yükselmeye devam etmektedir. 138

Uzaklaşan levhalar ise okyanus tabanlarının genişlemesine neden olur ve bu olaylara deniz tabanı yayılması adı verilir. Levha hareketlerinin en aktif olduğu bölgelerden birisi Atlas Okyanusudur ve burada levhalar birbirinden yılda 3 cm kadar uzaklaşmaktadır. Bu levhalar birbirinden uzaklaşırken yerin merkezinden gelen magma boşluğu doldurur ve katılaşır. Milyonlarca yıldan beri süregelen bu olaylar, Atlas okyanusunun sürekli genişlemesine ve büyümesine neden olmuştur. 136 Yeryüzünde meydana gelen bu şekillenmeler, Kur’an-ı Kerim’de şöyle izah edilmektedir;

 ”O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren,…..” (13/Ra’d/3)

“Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü her şeyi bitirdik.” (15/Hicr/19)

“Yeryüzünü de yaydık ve orada sabit dağlar yerleştirdik……” (50/Kaf/7)

Ayet-i Kerime’lerde izah edildiği gibi yer yarılmış, yayılıp döşenmiş ve üzerinde dağlar, nehirler oluşmuştur. Fakat bu bilgiler elde edilinceye kadar, jeoloji bilimi yanlış inanışların da tesiriyle maalesef çok sancılı dönemler geçirmiştir. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de yerin yarılıp, yayılmasıyla yeryüzünün şekillendiği ve bu olayların akabinde dağlar, nehirler vs oluştuğu, hem de onlarca Ayet-i Kerime’de tekrar tekrar izah edilmiş olmasına rağmen, 13. yüzyılda, Risterio d’Arezzo, dağların, yıldızların isteği doğrultusunda oluştuğunu; Albert le Grand, yerkürenin içinden kaynaklanan buhar basınçlarının tesiriyle oluştuğunu; 300 yıl önce yaşayan Doktor Colonna ise dağların bitkiler gibi beslenerek büyüdüğünü ileri sürmüştür ki, bu mesnetsiz görüşlerin, maalesef günümüz modern jeoloji biliminin ilk basamaklarını oluşturduğu ifade edilmektedir. 129

Diğer taraftan, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerde yeryüzünün yapısı, şekillenmesi, şekillenme süreci ve bu sürecin ne kadar uzun olduğu açıkça izah edilmiş olmasına rağmen, jeoloji tarihi diğer konularda olduğu gibi dünyanın yaşı konusunda da trajikomik bilgilerle doludur. Mesela devrinin en önemli filozofları sayılan ve günümüzde dahi etkileri hissedilen bu bilginlerden, Augustine dünyanın MÖ 5500 yılında, Kepler MÖ 3993 de, Newton MÖ 3998 de, James Ussher ise yaratılış saatine kadar ayrıntıları vererek, dünyanın MÖ 23 Ekim 4004’de saat 21.00’de yaratıldığını, bu konuda daha cömert olan Christophe Colomb ise MÖ 5343 de yaratılan dünyanın sadece 155 yıl kadar bir ömrünün kaldığını ve hepsinden daha cesaretli olan Georges Buffon (18 yy) ise dünyanın 60 bin yıl önce yaratılmış olabileceğini ileri sürmüştür. 129

Hâlbuki Kur’an-Kerim’de Cenâb-ı Hak (cc) şöyle buyurmaktadır;

“İnsan üzerine dehirden öyle bir zaman (hin) geçti ki o vakte kadar insan henüz anılmaya değer bir şey değildi. (76/İnsan/1)

İnsanın, kâinatın yaratılmasından çok uzun bir süre sonra yaratıldığını izah eden bu Ayet-i Kerime’de geçen “Dehr” kelimesi, âlemin yaratılışının başlangıcından son bulmasına kadar geçen sürenin tümüdür. Dolayısıyla “zaman” kelimesiyle “Dehr” tanımlanamaz, ancak “Dehrin” bir bölümünü temsil edebilir. Mesela bir saat, bir gün, bir ay vs müddete zaman denir, ama “Dehr” denemez. Zaman, geçmiş, şimdi ve gelecek kısımlarına ayrılır, fakat “Dehrin” öncesi ve sonrası diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü “Dehr” bütün sürece verilen addır. “Hin” kelimesi ise “Dehrin” belirli bir kısmını temsil etmektedir ve Ayet-i Kerime’de geçen “Hin” kelimesi, “Dehrin” başlangıcı olan âlemin yaratılışından insanın yaratılışına kadar geçen süreyi temsil etmektedir. 2,4,15 Bu süre ise “Dehrin” önemli bir kısmına tekabül etmekte ve dolaysıyla Ayet-i Kerime’den insanların kâinatın yaratılmasından çok uzun bir süre sonra yaratıldığı anlaşılmaktadır. Bu ilahi bilgilerle paralel olarak kâinatın 8 veya 15 milyar yıl önce yaratıldığını ileri süren bilim adamları da insanlık tarihine, yaradılış teorileri de dâhil olmak üzere en fazla 1-2 milyon yıllık bir ömür biçmektedirler. 139-141

Ebû Saîd anlatıyor: “……Batmak üzere olan güneşe bakıyorduk batıp gitti mi diye; bunun üzerine Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: Dikkat edin! Dünyanın geçirdiği ömre karşılık kalan ömrü şu günümüzün geçen zamanına karşılık kalan kadardır yani güneş batmak üzeredir. Yani kıyamette çok yakındır.” 53

Yani birkaç dakika veya daha az bir süreye karşılık 24 saat, yani bu Hadis-i Şerif’in zikredildiği günden kıyamete kadar geçecek olan süreye karşılık, dünyanın yaratıldığı günden Hz. Peygamber’in (sav) yeryüzünü şereflendirdiği döneme kadar geçen süre.

Bir başka Hadis-i Şerifte ise Hz. Peygamber (sav), dünya tarihinin ne kadar eski olduğunu tanımlamakla birlikte, dünyanın geçirdiği süreç veya evreleri ve insanın bu evrelerin hangisinde ve hangi saatinde yaratıldığını izah ediyor.

Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav) bir gün elimden tuttu ve şu açıklamayı yaptı: "Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Ondaki dağları pazar günü yarattı; ağaçları pazartesi günü yarattı. Mekruhları salı günü yarattı. Nuru çarşamba günü yarattı ve onda hayvanları perşembe günü yaydı. Hz. Adem (as)'i cuma günü ikindi vaktinden sonra, ikindi ile gece arasındaki gündüz vaktinin en son saatinde en son mahluk olarak yarattı.” 11,24

Bu Hadis-i Şerifte, yerkürenin geçirmiş olduğu evreler izah edilmektedir ki modern jeolojide bu evrelere, jeolojik zaman veya jeolojik devirler adı verilmektedir. 126,128,140 Hz. Resulullah (sav), yerkürenin farklı evre veya dönemlerden geçerek şekillendiğini ve yerkürenin geçirdiği dönem veya evrelerin genel özelliklerini tek tek izah ederken, toprağın veya yer kabuğunun birinci evrede, Hz Âdem’in (as) ise son evrenin son saatinde yaratıldığını belirtmiştir. Bu Hadis-i Şerif’te izah edilen günler birer gün, gün uzunluğu ise bu günkü şartlara uygun olarak 24 saat olarak kabul edilse dahi, 7 x 24 saate karşılık 1 saat, yani Hz. Âdem’in (as) yaratıldığı dönemden kıyamete kadar geçecek olan süreye karşılık, dünyanın kabuğunun oluşmaya başladığı günden Hz. Âdem’in (as) yaratıldığı döneme kadar geçen süre… Bu ulvi bilgilere paralel olarak bilim adamları da 4,5 milyar yıl önce dünyanın ergimiş kayalardan müteşekkil çok sıcak bir denizle kaplı olduğunu ve yaklaşık 4 milyar yıl önce bu kayaların soğumasıyla yer kabuğunun oluştuğunu, insanların ise son jeolojik dönemde yaratıldığını ileri sürmektedirler. 126,140 Dolayısıyla bilimsel verilerle uyumlu olan bu Hadis-i Şerifler, dünyanın ömrü bir yana, yer kabuğunun oluşumundan insanın yaratılışına kadar geçen sürenin dahi, meşhur bilim adamlarının söyledikleri gibi, 6 bin veya 60 bin yılla sınırlı olamayacağını açıkça göstermektedir. Bu konuda daha ne söylenebilir ki, işte bilim, işte biliminle gelen çağdaşlık, işte Kur’an-ı Kerim, işte Hadis-i Şerifler, işte akıl, işte mantık ve kıyas……

 

Manto

Kabuğun altında yer alan yerkürenin ikinci katmanına manto (ateş küre) adı verilmektedir. 31,116,117,119-125,130 Günümüz imkanlarıyla dahi mantoya doğrudan ulaşılarak örnek alınması veya incelenmesi imkânsızdır. Bu nedenle mantodan yeryüzüne ulaşan parçalar inceleyerek, bu katmanın bileşimi hakkında bilgiler elde edebilmektedirler. 125 Kalınlığı yaklaşık 2880 km olan bu tabaka dünyanın en kalın tabakasıdır 137 ve yerküresi hacminin % 83’ünü, yer kütlesinin % 68’ini oluşturmaktadır. 31,116,117,119-125,130

Yerküresi bir ısı makinesi gibidir ve derinlere gidildikçe yerin sıcaklığı yükselmeye başlar. 125-126,128,1338 Yerin merkezine doğru, ısı, kayaları dahi eritecek kadar artmaktadır. 130,133 1600 0C üzerinde mantoda ki kayalar kısmen eriyerek yavaş bir şekilde akmaya başlar.137 Mantonun kabuğa yakın kısımlarında ısı 700 0C 137 ile 1300 0C, 130,123 çekirdeğe yakın kısımlarda 4000 0C, 137 dünyanın çekirdeğinde ise bu ısı 4300 0C’nin üzerine çıkmaktadır. 123-125 Dolayısıyla yerin alt tabakaları Hz. Resulullah’ın (sav) buyurduğu gibi ateş gibidir. 11 Bu ısıdan dolayı mantonun üst kısmı plastiki bir özellik gösterirken, alt kısımları sıvı halde bulunur ve mantonun bu kısmına magma adı verilir. Bu tabakanın sıvı halde olması nedeniyle mantoda sürekli olarak alçaltıcı ve yükseltici hareketler görülür. Burası yerkabuğunda meydana gelen büyük olayların, deniz tabanı yayılmalarının, kıta kayması, kıvrımlı dağ oluşumu ve büyük depremlerin, volkanik olayların meydana gelmesinden sorumlu olan bölümdür. 31,116,117,119-125,131

 

Çekirdek

Mantonun altında, Dünya’nın çekirdek kısmı vardır ve yeryüzünden yaklaşık 2890 km sonra mantodan çekirdeğe geçilir. “Burada cisimlerin fiziksel özelliklerinde önemli değişiklikler meydana gelmektedir.” Çekirdeğin hacmi tüm yer küresinin % 14’ü olduğu halde, kütlesi yer kütlesinin % 32’si kadardır. Çekirdek, dış çekirdek ve iç çekirdek olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. 31,116,117,119-122,124,125,130,142 Çekirdeğin 5150 km derinliğe kadar olan kısmına dış çekirdek, buradan yer merkezine kadar (6371 km) olan kısmına ise iç çekirdek adı verilir. 116-123 Bilim adamları çekirdeğin Mars kadar hatta biraz daha büyük, iç çekirdeğinin ise yaklaşık ay kadar olduğunu ifade etmektedirler. 134

Önceleri yerin çekirdeğinin, sıvı tabiatta olduğu zannedilirdi. Fakat yapılan çalışmalar 5120–5140 km (5150 km) derinliklerden başlayan katı bir iç çekirdeğin varlığını ortaya koymuştur. Bugün iç çekirdeğin katı yapıya sahip olduğu, Hz. Peygamber (sav) tarafından deniz, bilim adamları tarafından ise dünyanın en büyük okyanusu olarak nitelendirilen dış çekirdeğin ise tamamen sıvı karakterde olduğu bilinmektedir. 116-123 Ayrıca yapılan çalışmalar iç çekirdeğin tamamen kor halinde katı demir 116-122 veya demirle birlikte çok az nikel ve hafif elementlerden, dış çekirdeğin ise daha ziyade erimiş demir ve kısmen nikelden oluştuğunu göstermektedir. 116,117,119,121,122,130,142


 

Dünya’nın katmanları; Yerküre yüzeyden derine doğru, kabuk, manto ve çekirdek (iç çekirdek, dış çekirdek) olmak üzere üç tabakadan oluşmaktadır.


Yerin içyapısıyla ilgili olarak sunulan bu bilgiler doğrultusunda, Zülkarneyn Seddi yeniden değerlendirilecek olursa, dünyanın çekirdeğinin hem oluşum, hem oluşumunda yer alan maddeler ve bu maddelerin fiziksel özellikleri, hem büyüklük ve hem de konumu itibariyle Zülkarneyn Seddi’yle önemli derecede benzerlikler gösterdiği söylenilebilir. Çünkü Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın çekirdeği de kıtalar, denizler ve okyanuslar arasında yer almaktadır ve Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın çekirdeği de devasa boyutlardadır; Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın çekirdeği de katı kor halinde demirden bir iç çekirdek ve eriyik halde bulunan bir dış çekirdekten oluşmaktadır.

Fakat Zülkarneyn Seddi, Yü’cüc ve Me’cüc’ün bozgunculuğunu, fitnesini engellemek ve dolayısıyla dünya ve üzerinde ki düzeni, yaşamı muhafaza etmek amacıyla inşa edilmiş bir settir. Yani bu set bir bakıma yeryüzünde ki yaşamın sigortası ve teminatıdır. Ve bu set, bu muazzam yapısıyla inşa edildiği günden beri yeryüzünü ve üzerinde ki düzeni muhafaza etmektedir ve kıyamete kadar da etmeye devam edecektir.

Peki, dünyanın çekirdeğinin de böyle bir özelliği var mıdır? Yani dünyanın çekirdeğinin de Zülkarneyn Seddi gibi dünya ve üzerindeki yaşam üzerine önemli bir etkisi var mıdır?

Bu sorunun cevabı da evet! Evet, çünkü dünyanın elektromıknatısa benzer iki kutuplu, yerden 140 km yükseklikten başlayarak dışa doğru yayılan, yer yarıçapının yaklaşık 10 katı kadar uzaklığa ulaşan bir manyetik alanı vardır. Ve bu manyetik alan da Zülkarneyn Seddi gibi yeryüzü ve üzerinde sürdürülen yaşamı bir şekilde muhafaza etmektedir.


Dünya, küre şeklinde dev bir mıknatıs gibidir ve yer kürenin, merkezine konmuş çubuk bir mıknatısın kine benzer,  iki kutuplu bir manyetik alanı vardır.


 Peki, dünyanın manyetik alanı nasıl oluşmaktadır? Dünyanın manyetik alanının kökeni nedir? Yani dünyanın manyetik alanı da Zülkarneyn Seddi gibi, asıl gücünü, mukavemetini veya kaynağını çekirdek yapısından mı almaktadır? Zülkarneyn Seddi gibi oda güneşten etkilenmekte midir? Kısaca, Zülkarneyn Seddi’yle dünyanın manyetik alanı arasında ki benzerlikler hangi boyuttadır?

 

Dünyanın Manyetik Alanının Kökeni

Daha önceleri, yerin manyetik alanının, yerkabuğunda bulunan ferromanyetik minerallerden kaynaklandığı sanılıyordu. Fakat yapılan araştırmalar bu görüşün hatalı olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü demir, nikel ve kayalarda bulunan bütün minerallerin Curie ısıları 800 0C’nin altındadır, buna karşılık yerin 30–35 km derinliklerinde dahi ısı, bu ısıdan çok daha yüksek seviyelere ulaşmaktadır. Bu nedenle, jeomanyetik alanın[q], bu minerallerden kaynaklanması imkânsızdır. 143

Bir dönemde de, dünyanın çekirdeğinin kalıcı manyetik özelliğe sahip olduğu ve jeomanyetik alanın, bu yapıdan kaynaklandığı sanılıyordu. Bu görüşe göre, dünya, 4,5 milyon yıl önce yaratıldığında, yeryüzünden 3000 km derinde (yerin merkezinde) ağır elementlerin birikmesiyle, gezegenimizin en büyük okyanusu, yani 3400 km çapında küre şeklinde sıvı bir demir çekirdek meydana gelmiştir. 117,119 Dünya’nın merkezinde, basınç daha yüksek olduğu için zamanla burada ki demir katılaşarak, 116,117,119,144,145 yerin merkezinde 1200 km çapında katı bir iç çekirdek oluşmuştur. Bir zamanlar da yerin manyetik alanının, bu katı çekirdekten kaynaklandığı düşünülmekteydi. 116,117,143-146 Fakat bugün yerin merkezindeki ısınsın 4000 0C’nin üzerinde olduğu ve bu kadar yüksek bir ısıda metallerin manyetik özellik göstermesinin imkansız olduğu bilinmektedir. 116,119 Bu nedenle dünyanın manyetik alanının, iç çekirdek veya kalıcı mıknatıslanmadan ziyade, elektrik akımlarının sıvı demir okyanusunda (dış çekirdek) sürekli devinimiyle meydana geldiği ileri sürülmektedir. 117,144

Günümüzde, yerin manyetik alanının, orijinini farklı farklı kaynaklardan aldığı bilinmektedir. Modern jeofizik görüşlerine göre, belli bir zamanda ve belli bir noktada ölçülen dünyanın manyetik alanı; ana alan, kabuk alanı, dış manyetik alan adı verilen manyetik alanların toplamıdır ve dünyanın manyetik alanı iç ve dış olmak üzere iki farklı mekanizmadan kaynaklanmaktadır. 117,146-150

 

Ana alan

Yerin manyetik alanının temel kaynağını oluşturan ve dünyanın içyapısıyla ilişkili olan bölümüne çekirdek alanı veya ana alan adı verilmektedir. Yerin manyetik alan ölçümleri ile ilgili yapılan çalışmalar, dünyanın total manyetik alanının % 97-99’unun iç kaynaklı yani dünyanın içyapısından, % 1-3’nün ise kabuk ve dış manyetik alandan kaynaklandığını göstermiştir. 147-150

Ana manyetik alan veya yerin manyetik alanının kökeni ile ilgili her ne kadar farklı zamanlarda farklı hipotezler, teoriler ileri sürülmüşse de bunların içerisinde en tutarlı olanı Dinamo Teorisidir. 116,143,146,151 Bu teori yerin sıvı olan dış çekirdeğinin kendi kendini işleten bir dinamo gibi davranmakta olduğu düşüncesine dayanır. Buna göre yerin ana manyetik alanı, bir jeodinamo[r] mekanizmasıyla dünyanın sıvı çekirdeğinden kaynaklanmaktadır. 143,146-148,151-153 Yani dünyanın manyetik alanının, sıvı dış çekirdekte oluşan konveksiyon (çekirdekteki elektrik akımları) akımlarıyla oluştuğu düşünülmektedir. Bu manyetik alan, ortamda daha önce var olduğu kabul edilen başlangıç alanını kuvvetlendirmekte ve böylece sistem sürekli kendi kendini işleten (besleyen) bir dinamo gibi çalışmaktadır. 148,152,153

 

Kabuk alanı

Kabuk alanı, Dünya’nın kabuğunda yani yüzey kısmında kalıcı mıknatıs özelliğine sahip olan kayalardan kaynaklanmaktadır. 152,153 Ergimiş, sıcak magmanın soğuyarak katılaşması ve volkanik kayaçları meydana getirmesi sırasında, magma içerisindeki manyetik mineraller belirli bir sıcaklıkta ve o andaki yerin manyetik alanı yönünde mıknatıslanırlar. 59,116,154,155 Böylece eski devirlere ait manyetik alanların yönleri volkanik kayalarda saklı kalır. Bir başka değişle, yerin manyetik alanının etkisi altında soğuyarak katılaşan lavlardan meydana gelen volkanik bir kayacın yapısında, eğer kolayca mıknatıslanabilen maddeler var ise, bu kayaçta doğal kalıcı mıknatıslanmalar oluşabilmektedir. Bununla birlikte sediment[s] kayaçlarda da çökelme sırasında kalıcı mıknatıslanmaların oluşabildiği bilinmektedir. Bu olayda, manyetik tanecikler yerin manyetik alanı doğrultusunda sıralanır ve böylece sediment içinde kalıcı mıknatıslanmalar meydana gelir. 59,154,155 Bu şekilde meydana gelen mıknatıslanmaların, çok azda olsa dünyanın manyetik alanına bir katkı sağladığı belirtilmektedir.

 

Dış manyetik alan

Dış manyetik alanının oluşumunda, güneşin önemli bir etkisi vardır. Dış manyetik alan, dünyanın manyetik alanıyla güneş rüzgârı ve solar elektromanyetik radyasyonun[t] etkileşiminden dolayı, iyonosferde[u] ve manyetosferde ki elektrik akımları ile oluşmaktadır. 148,152,153,156

Güneşle gezegenler arasında kalan bölgeye gezegenler arası ortam adı verilir. Bu ortam güneş rüzgârının etkisi altında oldukça çalkantılı bir bölgedir. Güneş rüzgârları, elektronlar, protonlar, helyum çekirdekleri ve daha ağır elementlerden oluşmakta ve hızlı bir şekilde sürekli gezegenler arası ortama yayılmaktadır. Güneşten ayrılan güneş rüzgârı gezegenler arası bütün boşluğu doldurur ve yüksek ısısından dolayı diğer gezegenler gibi dünyayı da etkiler. 148,152,156-159 Dünyayı sarmalayan manyetik alan çizgileri güneş yönünde güneş rüzgârının etkisiyle bastırılmış, ters yönde ise gezegenler arası ortama doğru uzanmış bir durumdadır. Dünya'yı saran bu kaviteye manyetosfer adı verilir. 148,152,156-160 Güneş rüzgarı ortalama 400-500 km/saat hıza ve yaklaşık 100 000 0C ısıya sahiptir ve bu şekliyle güneş rüzgarları süpersonik[v] bir plazma[w] oluşturmaktadır. Dünyaya gelen bu süpersonik güneş rüzgârının akışı manyetosfer tarafından engellenir ve böylece dünya milyonlarca derecede olan güneş rüzgârın olumsuz etkilerinden korunur. 159

 

Dünyanın elektromıknatısa benzer iki kutuplu ve yerden 140 km yükseklikten başlayarak dışa doğru yayılan ve yer yarıçapının yaklaşık 10 katı kadar uzaklığa ulaşan ve manyetosfer adı verilen bir manyetik alanı vardır


Dünyanın manyetik alanı, güneş rüzgârının manyetik alanı, yoğunluğu ve hızındaki artışlara duyarlıdır. Güneş rüzgârında ki bu değişimler ise güneş aktivitesinde ki (güneş patlamaları, manyetik fırtınalar, vb) değişikliklere bağlıdır. Etkinliğin düşük olduğu yıllarda manyetosfer, gezegenler arası ortamda güneşe doğru 10 dünya yarıçapı kadar uzamakta, güneş etkinliğinin arttığı yıllarda ise güneş rüzgârlarının manyetosferi bastırmasıyla bu mesafe 6,6 dünya yarıçapı kadar azalmaktadır. 156-158,160 Anlaşılacağı gibi manyetosfer dinamik bir yapıya sahiptir ve güneş rüzgârıyla enerji kazanan manyetosferin içinde, dinamizmi harekete geçiren süreçler başlamaktadır. Bu sürecin dünyada gözlenen sonucu ise manyetik fırtınalardır.[x] Ayrıca güneş aktivitesindeki değişikliklere bağlı olarak dünyada aurora[y] (kutup ışıması) ve proton olayları[z] adı verilen olaylar da görülmektedir. 156-158 Her büyük güneş patlamasının[aa] ardından güneş maddesi ve beraberindeki manyetik alan, yavaş hareket eden bir bulut gibi 1 ile 4 gün içerisinde dünyaya gelmektedir. Bu yüklü plazma da dünya atmosferine çarparak jeomanyetik fırtınaların başlamasına neden olmaktadır. Bunun sonucunda dünyanın manyetik alanında ani ve olağanüstü değişimler gözlenmektedir. Jeomanyetik fırtına süresince, güneş rüzgârı, enerjisinin bir kısmını manyetosfere iletir ve sonuçta manyetosferin enerjisinde meydana gelen bu artış güneş rüzgârının geliş doğrultusuna ve şiddetine bağlı olarak dünyanın manyetik alanında gözlenen ani değişimlere yol açar. 156-158,160

Bilimsel çalışmalardan derlenerek sunulan bu bilgiler, Zülkarneyn Seddi’yle dünyanın çekirdek yapısı ve bu yapıdan kaynaklan manyetik alan arasında ki benzerliği daha fazla pekiştirmektedir. Çünkü dünyanın iç çekirdeği gibi Zülkarneyn Seddi’ndeki demir iskelette kor halindedir ve bu nedenle her ikisinin de manyetik özellik göstermesi imkânsızdır. Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın manyetik alanı da % 97-99’luk önemli bir kısmını, yani asıl gücünü çekirdek yapısından almaktadır. Zülkarneyn Seddi gibi dünyanın manyetik alanı da güneşten etkilenmektedir ve her ikisi de dünya ve üzerindeki yaşamı bir şekilde muhafaza etmektedir.

 

 



[a] Manyetizma:  Mıknatıs özelliklerinin bütünü

[b] Nükleer reaksiyon: Atom çekirdeğinde meydana gelen tepkimedir ve bu tepkimeler sonucu ortaya büyük bir enerjinin ortaya çıkması

[c] Füzyon: Atom çekirdeklerinin birleşmesi

[d] Nebula: Uzayda bulunan gaz bulutsularına verilen isim

[e] Alaşım: İki veya daha fazla elementin karışımı

[f] Kızılötesi bölge: Işık tayfında kırmızı alanın ötesindeki alanda yayılmış ısı ışınlarından oluşan, gözle görülmeyen ışınım

[g] Viskozite: Aışkanlığa karşı gösterilen direnç

[h] Absorbsiyon: Işınların, madde üzerinde tutularak ısıya dönüşmesi olayı

[i] Elektrik drenci: Eektrik akımına karşı gösterilen zorluk

[j] Kuantum fiziği: Basitçe, fiziksel olayları parçacık düzeyinde ele alan fiziğe verilen ad

[k] “Hacc veya umre veya Allah yolunda cihad maksatları dışında gemiye binme. Zira denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır.” (Ebu Davud, Cihad 9) Hadis bilginleri bu Hadis-i Şerif’in zaafına dikkat çekmekle birlikte, fukaha’nın bu Hadis-i Şeriften bazı hükümler çıkardığını söylerler. Ayrıca “denizin altında ateş, ateşin altında da deniz vardır” sözü Resulullah’ın (sav) mucizevî ihbarlarından biridir ve bugünkü bilimsel bilgilerle de oldukça uyumludur 11

 

[l] Jeofizik: Yerküre ve atmosferinin, gezegenlerin, uyduların ve güneşin fiziksel ve yapısal özelliklerini fizik ve matematik yöntemler  kullanarak inceleyen bilim dalı

[m] Sismik: Depremle ilgili

[n] Magma: Yerin içinde, sıvı veya hamur kıvamında uçucu gazlarla doymuş olarak bulunan eriyik

[o] Lav: Yanardağların püskürme sırasında yeryüzüne çıkardıkları, dünyanın derinliklerinden gelen kızgın, erimiş maddeler

[p] Jeolojik devir: Dünyanın, bugünkü şeklini alıncaya kadar geçirdiği evrelerden her biri

[q] Jeomanyetik alan: Dünyanın manyetik alanı

[r] Jeodinamo: Dünyanın manyetik alanının orijini izah etmek için öne sürülen bir model 

[s] Sediment: Tortul

[t] Solar elektromanyetik radyasyon: Güneşten yeryüzüne gelen elektromanyetik ışınlar ve enerji

[u] İyonosfer: Atmosferin en üst tabakalarından birisi

[v] Süpersonik: Ses hızından hızlı

[w] Plazma: iyonize olmuş gaz

[x] Manyetik fırtına: Yerin manyetik alanında zaman zaman meydana gelen güçlü dalgalanmalar

[y] Aurora: Kutup ışıması, güneşten gelen yüklü parçacıkların manyetosterle etkileşmesi sonucu oluşan ışımalar

[z] Proton olayları: Büyük güneş patlamalarının ardından enerji yüklü protonların dünyaya ulaşması

[aa] Güneş patlaması: Güneş yüzeyinde geçici enerji boşalması

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Pozitif Bilimler Yönünden Zülkarneyn Seddi

  Pozitif Bilimler Yönünden   ZÜLKARNEYN SEDDİ MEHMET ALİ NUR Rahman ve Rahim olan Allah’ın (cc) adıyla Yoktan var eden, evreni yaratıp ge...